Baskın Oran

Melek ve Şeytan: AKP’nin dış politikası

İktidara geleli epey oldu. Geçici bilanço çıkarmanın zamanıdır.

Uygulamada tamamen olmasa bile, en azından kuramsal açıdan AKP iç politikada farklı bir parti. Çünkü diğer önemli partilerin tutunum ideolojisi (ülkeyi birleştirmek için üretilen temel ideoloji) milliyetçilik iken, AKP’ninki din. Gösterdiği “Yüce Sadakat Odağı” da, bütün bu partiler için “ulus”ken, AKP için “Allah”.

Şimdi, soru şu: AKP dış politikada da farklı bir parti mi? Bakalım:

AKP’nin dış politikasında iki önemli konu oldu: 1) AB Uyum Paketlerinin çıkartılması; 2) Irak’a asker gönderme.

* * *

Uyum paketleri konusunda, itiraf edelim, başka hiçbir parti bunu böylesine kısa zaman içinde, bu kadar radikal, bu kadar başarıyla yapamazdı.

Nedeni basit: Bütün diğer önemli partiler, derece derece, 1930 Modeli ulus devletçi. Yani, 2003 yılı yaşanırken, bunlar 1930’da kalmış vaziyette. Gerek Türkiye’deki üst kimliği teritoryal bir “Türkiyelilik” yerine temelde etnik bir “Türklük” olarak görmek yüzünden (bu konuyu ayrıca yazacağım), gerekse Sevr Paranoyası yani “Aman demokrasi gelmesin parçalanırız”cılığa saplanmak yüzünden.

Ulus devletin, özellikle de 1930 modelinin 1 numaralı özelliği, asimilasyoncu olmasıdır ve bu yüzden reform yapamaz. AKP’de 1930 hastalığı yok ve reform yapabiliyor. Hastalık diyorum, çünkü asimilasyon iyidir-kötüdür ayrı mesele, artık bu saatten sonra Türkiye’de Kürtlerin asimile edilebileceğini düşünmek hastalıktır; hele küreselleşme başladıktan sonra.

(Tabii, burada bir çelişki var; enfes bir çelişki: AKP’nin Uyum Paketlerini çıkartması tam bir Kemalizm! Çünkü Kemalizm’in 1920 ve 30’larda yürüttüğü yukarıdan devrim’in (toplumu hukuk yoluyla değiştirme yönteminin) tıpkısının aynısı. Uyum Paketleri, Kemalistler farkında değiller ama, 1930’un “muasır medeniyetçi” devamı. Bir yandan tarihin bir cilvesi, bir yandan Kemalizm’in bir zaferi. Yani, Kemalizm’in yarattığı reaksiyon Kemalizm’i rasyonelleştirerek sürdürüyor).

* * *

Irak’a asker gönderme işine gelince. Uyum Paketleri konusunda AKP ne denli olumlu bir tutum göstermişse, 1 Mart’ta tezkerenin reddedilmesinden sonra o denli darmadağınık ve kötü bir tutum gösterdi. Kötü olursa bu kadar olur.

Burada, AKP’nin rezil Irak işgaline asker göndermek istemesinin temel amacı, ülke içinde yokluğunu çektiği meşruiyeti (ki bu sıkıntıyı da anlamsız çekişmelerle büyük oranda kendisi yarattı) ABD’nin desteği yoluyla ithal etmekti. Şeriatçılıkla hiç ilgisi olmayan, tamamen küreselleşmeye uygun ve ona yaslanan bir proje.

Sonuçta, yine çok çelişkili, ama bu seferki hiç de enfes olmayan bir sonuca vardı AKP: Irak’ta bir Kürdistan’ın kurulmasını (hem de bu konjonktürde!) zorla engellemek amacıyla asker yollamak isteyen Genelkurmay’la aynı paraleli paylaştı. Tam 1930 Modeli ulus devlete uygun bir durum yarattı.

Şimdi bir yandan bomba yağmuru, bir yandan Geçici Yönetim’in fevkalade direnmesi sayesinde çok şükür Amerikalılar fikir değiştirince Türk askerinin gitmesi fevkalade zorlaştı. Hatta, çok muazzam bir gelişme (Bush’çuların oturup yeni bir 11 Eylül imal etmesi) olmazsa, bu iş bitmiştir. Ama eğer ki asker gitmiş olsaydı, bu olay bizzat AKP’nin başarısını iki temel başarısını perişan edecekti:

1) Enflasyonla mücadele: Gidecek askerin masrafını Türkiye cepten ödeyecekti. 10.000 asker baştan gidecekti, fakat bunun en kısa zamanda 50.000’e çıkması tek kelimeyle kaçınılmazdı. Bir de Onbinlerin Dönüşü’nü düşünün!

2) Demokrasi: Uyum Paketlerinin simgelediği demokratik gelişmeler tersine dönecekti. 17 Ekim tarihli Agos’ta yazdığım “Sarkaç” derhal  Güvenlik Devleti kavramına doğru harekete geçecek, o “birlik ve beraberlik” ortamında demokrasi lüks sayılacak, yani güme gidecekti. Baksanıza, 16 Ekim tarihli Milliyet’te tecrübeli gazeteci Yılmaz Çetiner ne diyordu: “Asker cepheye giderken moral bozmayalım!” Yazının sonunda, parantez içinde bir de not: “Bu yazı, TC Büyükelçiliğinin bombalanmasından bir gün önce yazılmıştır”. Ee, hazret-i diyalektik, birader!

* * *

Tabii, bu Irak işini AKP açısından değil de ülke açısından düşünürsek, durum daha az vahim olmayacaktı. Türkiye gibi fevkalade berbat bir coğrafyada kurulmuş Stratejik Orta Boy Devletler (OBD) denge’ye fevkalade dikkat ederler. Çünkü yıkıldığı zaman tepelerine yıkılır. Türkiye’nin yapması gereken, Hegemon Devlet olarak dengeleri altüst eden ABD’yi başka ülkelerle, özellikle de AB’ye yaklaşarak dengelemekti. Eğer asker gönderseydi, tersini yapmış olacaktı. Tekrar, ABD’ye rahmet!

Son bir sakıncayı söyleyip bitirelim: Stratejik OBD, nazik konumu ve doğası gereği, meşruiyetçi olmak zorundadır. Hukuk ile demokrasi durumu nazik olanların silahıdır. Asker gitseydi AKP meşruiyeti mahvedecekti.

Bilanço böyle işte. AKP dış politikada bir çok iyi iş, bir çok kötü iş yaptı. Bakalım ileride karnesi nasıl olacak. Irak’taki gibi giderse yandı. Yandık.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı