Baskın Oran

Mecaz sanatının ettikleri

H.Dink’in mahkûmiyeti de gösterdi: Bu memlekette bir “Türk”le, bir de “mecaz”la işimiz zor. Yine Hrant’ın Osmanlı Ermenileri konferansında anlattığı ve herkesi ağlatan “toprağın altına girmek” öyküsüne yapılan bir yorumu aynen aktarıyorum:

Terziyan’ların, Hirant’ların ve Agoplar’ın ‘Topraklarımızda gözü olduğunu, ama götürmek için değil derinlerine girmek için’ şeklindeki ifadelerini ‘Bu topraklarda ölmek olarak’ yorumlayanların kimseyi kandıramadıklarını belirtmek istiyorum. Doğrudan ‘ölmek’ kelimesini kullanmadan ‘derinliklerine girmek’ ifadesinin ‘sahip olmak’ anlamında kullanılmadığını kim iddia edebilir. Ermenistan anayasasında doğu illerinin Ermenistan’a ait olduğunun belirtildiğini ve asıl gayelerinin ‘bu toprakların derinlerine girmek’ olduğunu bilmeyen mi var”.

Hani, cenaze namazını kıldıracak imam bulamayınca Bekri Mustafa’yı tutup yoldan çevirmişler, o da bakmış kaçış yok, eğilmiş mevtanın kulağına bişeyler fısıldamış. Ne talkın verdiğini merak eden cemaate de açıklamış: “İstanbul’da durum nasıl diye sorarlarsa öte taraftakiler, Bekri Mustafa Yeni Cami’ye imam oldu dersin, hemen anlarlar, dedim”. Ben de size, sadece, bu yorumun bir profesöre ait olduğunu söyleyeyim, siz anlayın. Vatandaşın selameti için mecaz sanatını kanunen yasaklamak şart oldu efendim.

***

Şimdi gelelim asıl “mecaz” bahsine. Hrant’a “Türklüğü alenen aşağılamak”tan TCK 301 uyarınca 6 ay ceza kesilmesine. Öyle sanıyorum ki sorun, Hrant’ın mecaz yapmaya kalkmasıydı. “Diasporanın Türklerden nefret etmeyi bırakıp Ermenistan’ı sevmesi” ile “Türkiye’nin bütün güçlükleri özgüvenle yenmesi” arasında, üstelik 10.Yıl Nutkuna öykünerek, benzerlik kurmasıydı. Doğru dürüst söylemek varken. Ulan baban da mı edebiyatçıydı, dedirtmecesine.

Md.301 için doğrusunu söylemek lazım. Çok zor bir seçim, çünkü “Türk” teriminin en az 3 anlamı var: 1) Orta Asya kökenli bir altkimliğin adı (etnik anlam); 2) Bu milletin adı (kolektif anlam); 3) Bu devletin vatandaşlığının adı (hukuksal anlam).

Birinciyi seçmek mümkün; Türkiye’deki pratiğe tamamen uygun düşer ve hatta bu anlamda da “doğru”dur. Ama, o zaman da, bu milletin adının “Türk” olduğunda ısrar eden resmî ideolojiyle çelişir. Pratiğe uygun dememin sebebi, daha önce de yazdım (www.baskinoran.com, no.239), Müslüman olmayana Türk demediğimiz gerçeği. Hatta, “Makbul Türk” olmak için ayrıca Laik bir Hanefi, Sünnî, Müslüman, Türk (LAHASÜMÜT) olmak gerektiği. Şimdi ne olacak? Bu çelişki işleri beter karıştıracağa benziyor.

***

(Eğer LAHASÜMÜT konusunda hâlâ tatmin olmadıysanız, 10 Ekim tarihli Radikal’deki N.Düzel röportajında Av. Kazım Genç’i okuyunuz: “81 ilde tek Alevi vali yok. 400 genel müdürden hiçbiri Alevi değil”. Eh, bu durumda bir Musevi general, bir Rum emniyet müdürü, bir Ermeni büyükelçi zor tabii (daha aşağısı da). Var mı hâlâ bir tereddüdünüz? Daha önce de bin kere anlattım: Ulusal Pazar denilen toplumsal blender, Kürt milliyetçiliği denilen ideoloji çıkmadan ÖNCE kurulabilseydi, bu milletin adı “Türk Milleti” olabilirdi. Yani, herkes kendini “Türk” sayabilirdi. Ama birinci olgu 1980’lerdeanca doğarken, ikincisi 1960’larda ayaktaydı. Artık çok geçmiş olsun,  hâlâ “Hepimiz Türk’üz” diyenlere).

***

Karışıklığın boyutları sınırlarımızı bile aşıyor. Ör. Yunanistan’daki B.Trakya azınlığı kendi derneklerinde “Türk” sıfatını kullandığı zaman mahkemeler bunları hemen kapatıyor. Çünkü bu terimi “etnik Türk” olarak değil, “TC vatandaşı” olarak yorumluyorlar. Hani, bir mümkün olsa da meşhur “ona ot, buna et” deyimindeki gibi yapabilsek de “Yunanistan’ın önüne Türkiye’deki yorumu, Türkiye’nin önüne de Yunanistan’daki yorumu” koyabilsek, her iki memlekette de “Türk” terimi doğru yerini bulacak. İş böyle acayip olunca, çık içinden çıkabilirsen.

***

Çıkmak çok kolay. Şöyle diyerek: “Hangi etnik unsurdan olursa olsun; Çerkez, Kürt, Türk, Laz, Arnavut, Boşnak, ki biz buna altkimlik diyoruz; üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır”.

Türkiyeli” diye telaffuz etmek dışında gerekli her şeyi söylemiş. Okumuş muydunuz? Hiç sanmam. Benim dikkatimi de bir dostum çekti. “Sakal-ı Şerif VİP’te” şamatası yüzünden sadece bir veya iki gazetenin iyice iç sayfalarına (Milliyet, 9 Ekim, s.19) sığınmış bu sözler, sevin-sevmeyin, Başbakan Erdoğan’ın Siirt sözleri!

Yakındır, “Yahu bu Türkiyeli’de ne varmış ki zamanında bu kadar itiraz ettiler?” diyeceksiniz. Hazırlanın.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı