“Kızım, evladım, gel bana, deyor bana. Ben deyorum: ‘Sen benim babam deelsin’. Amerika’ya getmiş, ben doğmadan 1912’de.
Tanımeyorum ki”. 1912 Maraş doğumlu, yani şu anda 98’ini süren Arika Hanım babasıyla ilk defa 12 yaşında nasıl karşılaştığını anlatıyor. Boston’ın Watertown kasabasında yoğunlaşmış Ermenilerin aylık yemeğindeyiz. Türkiyeli Ermeniler civar masalardan hep üşüşmüş, dinliyorlar, “Şunu da anlat, bunu da anlat” diyerek. Arika Hanım da bu ilgiyle sarmalanmış, anlatıyor. Baştan başlayayım.
“Ana, bırakma beni!”
1915 Felaketi’nde Maraş’tan tehcir edildiklerinde üç yaşında. “Babam ben doğmadan kaçmış Türklerin elinden. Çünkü bayrağı aşağı koymuş, Ermeni bayrağı koymuş” [Osmanlı bayrağını indirmiş, yerine Ermeni bayrağı çekmiş]. Yolda annesinin gücü tükeniyor: “Anam belim kırılıyo, atıyım bunu buraya, demiş. Beni oraya bırakmışlar. Ağlamışım, bağırmışım arkalarından, Anaaa, beni burada bırakma anaaa! Beni burada bırakma!”.
O günkü gibi haykırıyor. Nece söyledin bunu, diyorum. “Türkçe. Ermenice heç bilmezidik ki. Bir Arap geleyormuş arabayla. Anam demiş ki, yürüyemeyor, bu kızı şeherde eyi bir aileye götür. Arap altın istemiş. Anası vermiş elmaslı küpelerini [elini kulaklarına atıyor]. Böyük abim gitmiş Arapların böyük adama, benim bacım var vermeyolar demiş”. Kafanız karışmasın, şöyle oluyor: Anası hemen pişmanlık duyuyor, oğlanı yolluyor kardeşini geri getir diye. Ama Arap aile, bizde kız falan yok diyor. Onun üzerine, artık her kim ise o “böyük Arap”, abisine diyor ki, kardeşinin ismini ünle bakalım gelecek mi. Arika kendi adını duyunca fırlıyor içeriden. “Böyük Arap” da diyor: “Çocuğu al götür, kardaşındır!”
Bir süre Beyrut’ta yaşıyorlar. Kudüs’e gidiyorlar. Kolunu sıvamış, Kudüs’te yapılan dövmeyi gösteriyor: “1918”; meğer isteyen hacılara yapılırmış. Zaman zaman kaptırıp biraz Amerikanca biraz Ermenice karıştırırsa, ya Harry ya Harry’nin eşi Hrıp Hanım’ın Lübnan’dan can yoldaşı Zaruk Hanım hemen uyarıyor: “Turkçe, Turkçe söyle!”.
Açıldı artık, daldan dala atlıyor. Anasıyla Maraş’ta “Divanlı Hamam”a nasıl gittiklerini, komşuların kendisini “carbik” (açıkgöz) diye çağırdıklarını, yemekleri buz gibi soğuk kuyuya indirdiklerini, yaz vakti düz damda yattıklarını… “Sinek gelmez miydi, sivrisinek?” Zaruk Hanım atılıyor: “Bizim Lübnan’da cibinliğimiz varıdı”. “Yoo, bizim yoğudu” diyor Arika. Ekliyor: “Gözüne ağrı gelir. Benim büyükanam otacı. Ağrıyanan [ağrıyan olursa], gözlerini ilaçlarıdı!”. İnsanlara trahom tedavisi yapıyor “otacı” büyükannesi.
Savaş bitince Maraş’a dönüyorlar. İki yıl kalıyorlar; benim hesabımca 1918-20 arası. Yedi yaşındayken baba Marsilya’ya gitmelerini istiyor. Ayrılırken, “Komşular anama deyolar ki biz sizi çok severik Elmas Hanım, getmeyiniz, biz sizi saklarık, bakarık, dediler. Ama bizim böyükler batırdı [patırtı] yaptılar, ne yapak.”
Udi Hrant
Hep “büyük”lerin “patırtı”sından oluyor zaten, ne oluyorsa küçüklere. Neyse, babası aileyi Marsilya’dan alıp 1924’te Amerika’ya götürüyor. “Udî Hrant varıdı. Amerika’ya geldi. Gelir gideridi bizim eve”. Zaruk Hanım heyecanla giriyor araya: “Benim anam yedi sene onun mızıkasını [plağını] aradı. Yedi sene sonra bir İstanbulludan Kaliforniya’da bulduk”. Arika Hanım söylemeye başladı bu arada: “Hastayım, yaaaşııyorum/Görünmez haaayaaaliiiinle. Her şabat [cumartesi] akşamı toplanırlardı, udu çalarıdı, biz de hepimiz dans ederidik”. Zaruk Hanım düzeltiyor: “Oynarıdık, diyor”. Arika kaptırdı, devam: “Seni gördüm canevimden vuruuuuldum/Ağlayarak yollarında yoooo-ruuul-dum /Geeeel gel, minnoşuuuum gel!”
Senin ismin erkek adı Ari’nin müennesi olan Arika falan değil, resmen Harika, anam benim!
Avuçlarımız patlayana kadar alkışlıyoruz. “Thank you, thank you” diyor. Devam ediyor: “Maraş’ta piknik yaparıdık. Kardaşımla ben oynarıdık. Böyle, çiftetelli. Babam kızar. Babam bırakmazdı ki şurdan şuraya. Köçek gibi oynama kız, der. (Feyhan hüzünlü hüzünlü lafa giriyor: “Benim babam da öyle derdi bana”.) Bırakmazlarıdı gızları evden dışarı, kimseyle konuşmaya. Ermeni olsun Türk olsun Arap olsun. Babam isteridi Maraşlıyla evleneyim. Olmadı. Nişanlandım bir Maraşlıylan, sevmedim, istemedim, geri oldu [nişanı bozduk]. İçerleridi, küfür yaparlarıdı”.
Düğününü anlatıyor: “Kısmet imiş, 19 yaşındayım bir Harputluylan evlendim. Harutyun idi adı. Çok eyi adamdı. Düğünümde gözel çalgılar çaldılar, kocam da öyle işleri çok severdi, gel Arika oyna, derdi. Dur, babam bırakmaz derdim. Ben’im senin boss’un [efendin] şimdi! Kalk oyna! Kalkmışım, oynamışım, babam deyor bunu nerden oğrendi bu kız? İçimde var benim.” Zaruk ise farklı yaşamış: “Benim babam ise benle dans ederdi, anam sevmezdi.”
Çocuklara sıkı davranılması açılmışken, özel bir konu deşiliyor: “Gendi aralarından konuşurlarıdı. Bize sen get, senin işin yok burada derleridi”. Felaketi yaşayanlar, neler yaşadıklarını çocuklarının duymasını-hatırlamasını istemiyorlar.
Bakımlı kadın!
Kayserililerden biri lafa karışıyor: “Teyze, senin oğulların Türkçe ve Ermenice bilir mi?” “Böyük oğlum iyi bilir, periodontist. İmplant yapıyorlar bana da, oğlum ile torniğim [torunum]. Dedim ki, yavrum, kaç yaşındayım, daha ne kadar yaşayacağım, I don’t need it [ne gereği var], dedim. Dinlemezler ki!” Ama yan tarafta Harry’nin kayınvaldesi 87’lik Siranuş hanım dinliyor, diyor ki: “Ne kadar da uzun konuştunuz!” Analarım benim; sizi vatanınızdan edenlere lanetler olsun.
Bodrum’a indik, eve uğramaksızın çekiyorum Berk’in önüne, yeni başlamış daha dil balığı; yanına ot, peynir, fava söylüyorum. Şişemizden bir ay önce kalmışı getiriyorlar. Oh be, memleket! Favayı ibadet eder gibi terbiye ederken diyorum ki Feyhan’a: “Şimdi anlıyorum asıl, bu insanların Amerika’da Maraş’tan bahsederken neler hissettiklerini”.