Türkiye’de üst kimliğin “Türkiyeli” olması gerektiğini söylerken, şu andaki üst kimliğin “Türk” olduğunu söylemiştik ya, şok yaratmasın diye öyle söylemiştik. Çünkü aslında üst kimliğimiz “Lâhasümüt”tür: Laik Hanefi Sünni Müslüman Türk!
Ben söylemedim; Yargıtay Başkan Vekili Osman Şirin söyledi. Türk Ceza Kanununun “Kişinin dinsel inanç, düşünce ve kanaatini yaymasını men etme suçu”nun 1-3 yıl ceza gerektirdiğini söyleyen 115. maddesinin, “Yüzde 98’i Müslüman olan bu ülkede sadece diğer dinlerin misyonerlerine yaradığı ve bunlara sağlanacak kolaylığın ülke düzeninin bozulmasına neden olacağı” gerekçesiyle değiştirilmesini istedi (Birgün, 06.01.2005) .
Yani, gayrimüslim sayısı 100.000’in altında olan 70.000.000’luk Laik Türkiye’de İslam propagandası serbest, Hıristiyan propagandası yasaktır diye yasa çıkacak.
***
İlginç memleket. Tarihine müthiş düşkün insanlarımız tarihini bilmiyor:
Bu ülkede Protestan misyoner faaliyetinden, daima ve en fazla, yerleşik Hıristiyanlar yani Rumlar ve Ermeniler (özellikle de ikinciler) nefret etti. Nedeni basit: cemaatleri Amerikalı misyonerler tarafından resmen çalınıyordu. Müslümanları Protestan yapmak mümkün değildi ama, 19. yüzyıl sonundaki kaosta Kürt ve Çerkez çetelerinin inim inim inlettiği Doğu Ermenilerini yapmak kolaydı.
Ama ne gam. Bugün kendilerine “milliyetçi” diyenler, ülkede toplam 1473 kişi kalan Rumların her yıl yapageldiği “Suya haç atma” inanç törenini bu yıl karadan ve denizden Mehter Marşıyla bastılar. Gerekçeleri: Türkiye’yi Hıristiyanlıktan kurtarmak.
Kendilerine “solcu” diyenler, ruhsat verilmediği için birkaç apartmanın alt katına açılan Hıristiyan ibadet yerini basıyorlar.Gerekçeleri: Türkiye’yi emperyalizmden kurtarmak.
Kendilerine “sosyal demokrat” diyenler, bugüne kadarki misyoner çabalarının yarattığı 1500-5000 Protestan’ın Türkiye’yi bölünmeye götürdüğüne yürekten inanıyorlar. Gerekçeleri: Türkiye’yi yabancı boyunduruğundan kurtarmak.
Bugün, herhangi bir ülkede, bu kadar büyük bir çoğunluğun (1’e 700) bu kadar küçük bir azınlıktan korktuğuna bir örnek daha var mıdır, ben duymadım.
***
Bu toplumsal histerianın nedenleri açık: Hernekadar kökleri 1839’a dayanacak kadar eskiyse de, dışarıdan ithal demokratikleşmenin (Batılılaşmanın) içte yarattığı tepki. Bir de, Osmanlı’da ve Türkiye’de, küreselleşmeye rastlaması yüzünden, Batılılaşma’nın her zaman Fukaralaşma’yla senkronize yürümüş olmasının yarattığı korku.
Yalnız, bu sefer bir farkla: Bugüne kadar tepkiyi gösterenler hep alt sınıflardı; bugünse orta sınıflar: Küçük burjuvazinin okumuş kanadının, statüsünü yitirmek korkusundan gelen reaksiyonu.
Evrensel bir reaksiyondur: AB’deki küçük burjuva da aynı tepkiyi yabancı (Müslüman) işçilere gösteriyor. Ama, biz onun adına “yabancı düşmanlığı” diyoruz. Hani, Karadenizlinin biri ötekine övünürmüş: “Bizim kız sekreter oldu. Patronu çok memnun. Durmadan maaşını artırıyor, her seyahate götürüyor, hediyeler alıyor”. Öteki dinlemiş dinlemiş: “Benimki de o biçim oldu ama, ben senin kadar güzel anlatameyrum” demiş; o hesap.
***
Burada analizlere dalmak yerine, sonuç belirtmek daha önemli:
Türkiye’de, bütün iddialarımızın aksine, ne laiklik var ne de din ve inanç özgürlüğü.
Devlet, hep din tercihi yapageldi: Devleti denetim altına alma konusunda asıl tehlike olabilecek yüzde 99’un inancı İslam’ın hoparlörlü apartman-camilerine izin veriyor, 1500-5000 kişinin çansız apartman-kiliselerine vermiyor. Oysa, Hanefi Sünni Müslümanlık bu ülkede tek başına egemen olmamış olsa, devletin laik tutumu aynen B.Avrupa’da olduğu gibi kolaylaşacak: Orada laikliğin güçlü olmasının iki nedeninden birincisi burjuvazinin güçlü olması ise, ikincisi de, Katolikliğin tek inanç olmaması idi.
Din alanında çifte bir çifte standart var: 1) İslam’ın propagandasını devlet ve toplum katında alabildiğine teşvik ediyor, başka dinlerinkini yasaklıyoruz. Oysa; kamu sağlığına ve ahlakına aykırı düşmeyen hiçbir inancın/düşüncenin yasaklanması düşünülemez. 2) Avrupa’daki işçilerimizin durmadan cami yapmalarını ve mal almalarını alkışlıyoruz, yabancılar bizde yapınca/alınca “Türkiye parçalanıyor/satılıyor” diyoruz. Türkiye Araştırmalar Merkezine göre, Almanya’da mal sahibi Türkiyeli sayısı: 195.000. Yabancıların taşınmaz almasına izin çıktıktan sonra Türkiye’de mal sahibi Alman sayısı: 166. (Hürriyet, 11.01.2005).
Ve, işin ilginç tarafı, bütün bunlardan hiç rahatsızlık duymuyoruz.
***
Başladığımız gibi, Yüce Yargıtay’la bitirelim: Sayın Başkan Vekilinin “sadece İslam propagandası yapılsın” demesi acayip değil. Yargıtay’ın çizgisine tamamen uygun:
“Türk değillerdir” gerekçesiyle, Hukuk Genel Kurulu, Rum vakfının mal edinmesini 08.05.1974 tarihinde 505 sayılı kararıyla yasakladı ve bu zincirleme gitti.
Eğer o tarihten beri AB Uyum Yasaları çıktı diyorsanız, 29.09.2004 tarihinde 1. Hukuk Dairesi, 9589 sayılı kararıyla, Ermeni vakfının tapulu binasının tapusunu iptal etmeyi reddeden mahkeme kararını bozdu. Sebep: Vakıf, tapulu malını tekrar tapuya kaydettirmek için başvuru yapmamıştı. (Anlamadıysanız üzülmeyin, sizde bişey yok).
Sonra; bu ülke laiktir, bu ülkede adalet var, bu ülkede din ve inanç özgürlüğü var, bu ülkede ayrımcılık yok demeyelim.
Lâhasümütlük var bekardeşim, diyelim, Lâhasümütlük…