13.09.2012 tarihli Sabah gazetesinden öğrendiğimize göre, Üçüncü KCK Davası’nda mahkeme sanıkların Kürtçe savunma taleplerini Lozan Antlaşması’na dayanarak reddetmiş. Kararda, ‘Azınlıkların Korunması’ başlıklı kesimdeki “Türkçeden başka dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır” hükmünün sadece azınlık gayrimüslimlere ilişkin olduğu, asli ve kurucu vatandaş olan Kürtlerin bundan yararlanamayacakları belirtilmiş.
Türk yargısı Lozan’ı keşfetti!
Okurken insanın aklına sorular üşüştüren, çok önemli bir karar bu:
1) Türk yargısı bugüne kadar, Kürtlere Lozan Md. 39/5’in sağladığı bu olanağı reddetti, ama bunu sanki Lozan gibi bir antlaşma hiç yokmuş gibi davranarak yaptı. Onun için, bu son karar Lozan’ın varlığının Türk yargısı tarafından sonunda ‘keşfi’dir ve büyük bir ilerlemedir.
2) İlerlemedir de, tersinden ilerleme. Yargıç, Md. 39/5’in sadece gayrimüslim vatandaşlara uygulanabileceğini nereden çıkardı acaba? Maddede böyle bir hüküm mü var? Veya antlaşmanın başka bir yerinde? Sakın, madde bu hakkı sadece gayrimüslimlere değil, kararda da aynen yazıldığı gibi, bütün “Türkçeden başka dil konuşan Türk uyrukları”na vermiş ve yargıç bunu istediği gibi okumuş olmasın?
3) En büyük merakım, vallahi öğrenmek için soruyorum: Acaba “Kürtlerin azınlık değil, kurucu unsur oldukları” 143 maddelik Lozan’ın neresinde yazıyor? Sakın bu iddia, tamamen, Türk yargıcına hukuk fakültelerinde verilen eğitimin fukaralığının, yargıcın kişisel milliyetçi ideolojisi tarafından doldurulmasından kaynaklanıyor olmasın? Acaba Mülkiye 1’de okuduğumuz, ‘yargıcın hukuk yaratması ve takdir yetkisi’ denen şey böyle bir şey midir? Vallahi yok böyle bir şey Lozan’da yahu! Namevcut! “Var” diyen hemen göstersin.
4) Anlaşılan yargıç, bu maddelerin ‘Azınlıkların Korunması’ başlığı altına konmuş olmasından kalkmış. “Türkçeden başka dil konuşan…” diyen Lozan 39/5’i ben doksan bin kere, doksan bin türlü yerde yazdım. O dönemde ‘insan hakları’ kavramı uluslararası hukukta bulunmadığı için bu hakların Lozan’ın ‘Azınlıkların Korunması’ kesimine konduğunu söyledim. Daha fazla yazmayı okuyucu vatandaşın zekâsına hakaret kabul ediyorum. Ama, yargıçlarımızın Türkçe dilinde yazılmış maddeleri okuyup anlamadıklarını gördükçe hayretlere düşüyorum. Kafamı yoruyorum, yoruyorum, diyorum ki, burada iki olasılık var herhalde:
Nasıl böyle yazdılar acaba?
a) Lozan’ı yazıp imzalayanlar kısaca ‘gayrimüslim’ diye yazmak kısa ve hafif kalır korkusuyla, uzun uzun, “Türkçeden başka dil konuşan Türk uyrukları” diye mükellef biçimde uzata uzata yazmış olabilirler, yargıç düzelterek okumuştur;
b) Ortaçağ’da Fransa’da kâtipler bazı kelimeleri bilinçli olarak uzatırlardı. Mesela alfabede ‘o’ harfi bulunduğu halde, bu sesi ‘a’ ile ‘u’yu bir araya getirerek veriyorlardı. Çünkü harf başına para almaktaydılar. Acaba yargıç, Lozan’ı yazanların da böyle yaptıklarından şüphelenmiş olmasın?
Ama burada meselemiz bu değil. Mesele, yargıçlarımızın bu ‘aslî kurucu vatandaş’ teriminden ne anladıkları. A’dan Z’ye laik olduklarına hiçbir kuşku bulunmayan Türk yargıçları, hiç farkında olmadan çok koyu Müslüman. Çünkü şunu anlıyorlar: “Aslî ve kurucu vatandaşlar sadece Müslümanlardır.” Ve bu da, Osmanlı’da 1454 ila 1839 arasında uygulanmış olan Millet Sistemi’nin Millet-i Hâkime ideolojisinden başka bir şey değil. Ama madem Türk yargıcı böyle düşünüyor, aynı çizgiden giderek mantık yürütelim:
1) Kürtler kurucu unsursa ve kurucu unsur olmak yüzünden mahkemelerde savunmalarını kendi dillerinde yapamıyorlarsa, Türkler de kurucu unsur olduklarına göre, mahkemelerde savunmalarını kendi dillerinde nasıl yapabiliyorlar?
2) Türkçenin resmi dil olması nedeniyle yapabiliyorlarsa, o zaman Kürtler de kurucu unsur olduklarına göre, niye Kürtçe de resmi dil değil? Kurucu unsur olmak mantıken avantaj getireceğine, nasıl oluyor da dezavantaj getiriyor?
3) Hukuk fakültelerinde Lozan okutulmuyor, çünkü hocalar bilmiyor; onu artık anladık. Peki, anayasa hukuku da mı okutulmuyor yahu? Çünkü 1781 ABD anayasasının ‘Kurucu Babalar’ı diye bir şey vardı, tamam. ‘Kurucu Eyalet’ de var, 13 tane. AB’nin de ‘Kurucu Devletler’i var, altı tane. ‘Kurucu İktidar’ diye bir kavram var, o da malum. Ama anayasa hukuku ve siyaset biliminde ‘Kurucu Halk’ diye bir şey ben okumadım, duymadım. Yargıçlarımız öğretirlerse resmen müteşekkir olurum.
4) Ama korkarım öğrenemeyeceğim, çünkü böyle bir şey yok ve olması da mümkün değil, çünkü bu durumda ülkedeki diğer halklar ‘ıskarta’ya çıkarılmış demektir ki, bu da o devletin sonunda bölünmesi anlamına gelir. Bazıları kurucu, bazıları tali. Herkesin “birlik-beraberlik” diye kutsadığı Kemalizm, kurucu baba olayım derken işte böyle böyle ‘Bölücü Baba’ oldu.
Şimdi hayırlısıyla yeni anayasa yapıyoruz ya, şu memlekette hangi halklar ‘aslî ve kurucu’dur, hangileri değildir ve hadlerini bilmelidirler, oraya koysalar da bizim gibiler bahaneyle öğrenmiş olsa, rahata ersek.
not: Aslında, bu ‘kurucu unsur’ belasını başımıza Kürtler –ve biraz da Aleviler–sardırdıydı ya, neyse. Türkiye’de ‘azınlık’ kelimesinin –gayrimüslim olmak yüzünden– aşağılayıcı olduğundan habersiz bulunan Avrupalılar bunlara azınlık hakları verilmesini isteyince, bizimkiler ayaklandıydı: “Biz azınlık değiliz! Biz asli ve kurucu unsuruz!” Çünkü onlar da Millet-i Hakime ideolojisi kurbanıydı…