Baskın Oran

Kürtçe TV konusunda kaş yapayım derken…

Günlerdir çok sayıda radyocu ve TV’ci arıyor ve görüşmek istiyor. Hepsinin söylediği aynı: “Melih Aşık’ın sütununda söylediklerinizi okuduk”.

Mülkiye’den sınıf arkadaşım Melih’in çok okunan bir gazeteci olduğu malum, ama ben bu Lausanne’ın (L) madde 39/4’ünü yaklaşık 10 yıldır yazıyorum ve son olarak da 11-12 Ağustos 2000 tarihli Cumhuriyet’te dizi yaparak iyice ayrıntısını verdim, kimsenin haberi olmadı. Melih de bunu, sonuncusu 14 Ocak 2000’de olmak üzere, yine bana gönderme yaparak kaç kere yazdı, kimsecikler okumadı ve duymadı. Bu sefer okudular ve duydular.

MHP sola kayıp merkez sağa talip olunca, bu arada da AB her taraftan fena bastırınca, merkez sağdaki ANAP liberalleşiverdi, Başbakan Yardımcısı M. Yılmaz’a birdenbire vahiy geldi ve Kürtlerin radyo-TV yayını yapmalarının Türkiye için çok özlenir bişey olduğunu keşfetti.

* * *

39/4 konusunda bellekleri kısaca tazeleyip, daha ötesine geçmek istiyorum bu yazıda; çünkü kaş yapayım derken göz çıkartmaya başlıyoruz.

Kürtçe radyo-TV yayını yapılabilir mi diye tartışmak abes, çünkü L. md. 39/4 meseleyi daha 1923’te kesip atmış:

“Herhangi bir Türk uyruğunun (…) basın ya da her çeşit yayın konuları[rında] (…) dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.”

Md. 37 de şöyle diyor: “Türkiye, 38 ilâ 44. Maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun (…) ve hiçbir resmî işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.”

Şimdi, sevgili bilim adamı meslektaşlarım arasında (lütfen kusuruma bakmasınlar) bu işi yeterince incelememiş olanlar bin bir dereden su getirecekler.

Yorulduklarıyla kalırlar. Yukarıdaki iki madde yeterince açıktır. Anayasa bile md. 39/4’ü değiştiremez (bkz. md. 37). Bu maddenin dahil olduğu “Azınlıkların Korunması” kesiminin adının böyle olması o dönemde uluslararası alanda “insan hakları” kavramının henüz kullanılmıyor olmasındandır. Bu kesim yalnızca gayrimüslimlere hak getirmez; onlardan başka tam 3 gruba daha hak getirir ve L. bu haliyle aynı zamanda bir insan hakları metnidir. Üstüne üstelik, tutanaklara giden görür ki md. 39/4 aynı zamanda Türk heyetinin önerisidir ve kabul edilirken hiç tartışma çıkarmamıştır.

Uzun lafın kısası, md. 39/4’e göre her Türk vatandaşı istediği dilde (isterse, Japonca) radyo ve TV yayını yapacak ve “buna karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır”.

İşin garibi, buna niye direnildiğini de anlamıyorum,  çünkü bu maddeyi uygulamak Türk yöneticilerini büyük dertten kurtaracak: Yeni bir yasa vs. çıkarmak için uğraşmak gerekmeyecek, laf anlamamakta ısrar eden bin bir türlü âdemi ikna etmek gerekmeyecek; Türkiye kendi kurucu antlaşması L.’ı uygulamış olacak, Batı’yı ve Kürt vatandaşlarını tatmin etmiş olacak. Kristof Kolomb’un yumurtası gibi çözüm!

* * *

Artık anlaşılıyor. Eskiden beri verilmesi gereken bu hak şimdi şu veya bu biçimde verilecek. Verilecek de, yine çok yanlış bir yolda gidiyoruz. Sürekli olarak, TRT’nin bu işi yapmaya ne kadar zamanda hazır olacağı vs. konuşuluyor!

Yahu, ne TRT’si? Şimdiye kadar bireylere bile yasaklarken, şimdi resmî radyo-TV’den mi Kürtçe yayın yapılacak?  Bundan büyük hata olur mu? Bakın, sayayım:

1) Eğer amaç Kürt kökenli vatandaşlarımızın yabancı Kürtçe yayınları dinlemelerini engellemek ve ayrıca onları tatmin ederek Cumhuriyet’e daha iyi bağlamaksa, devletin resmî yayını tamamen boşa çıkar. Çünkü yine “Sözde Kürt Parlamentosu”, “Bölücübaşı”, “Kanlı terör örgütü” ve benzeri terimlerle süsleneceği garanti olan resmî yayını kimse dinlemez, yine dışarıyı dinler.

2) Eğer Kürtçe TRT yayını Batı’nın çenesi kapansın diye yapılacaksa, o da anlamsız olur. Çünkü resmî yayınların içeriği düzgün olsa bile, Kürtçe yasağı kalktığı halde Kürtlere yasağın devam etmesi Batı nezdinde herhangi bir olumlu etkiyi önleyecektir.

Yani, devletin Kürtçe yayını ne İsa’yı memnun edecektir, ne de Musa’yı. Sadece tepki çekmekle kalacaktır. Yapılacak her yanlış (ki kutsal devletimiz bu yanlışları yanlış diye de yapmaz; doğru diye yapar!) Türkiye’nin günah hanesine yazılacaktır.

3) Dahası ve çok daha önemlisi, bu işin sonu yoktur. Bu çok pahalıya çıkacak resmî olanak Kürtçe’ye tanınırsa, Türkiye’de bu kadar Boşnak, Arnavut, Gürcü vs. var. Onlar da isterse, ki haklarıdır, hangi gerekçeyle reddedilecek? Reddedilirse, Batı bu sefer onlar için bastırmayacak mı? Onlar “herhangi bir Türk uyruğu” değil mi?

Ayrıca, Kürtçe’ye bir ayrıcalık tanımak Türkiye için bir zayıflık olmayacak mı?

Yapılacak iş çok basittir: 39/4’ü uygulamak ve Türk vatandaşlarının başka dildeki yayınlarını serbest bırakmak. Kim yaparsa yapsın. Nasıl yaparsa yapsın. Reklamına güvenen radyo-TV istasyoncubaşı; yayınını yapsın. Devlet de nasıl Türkçe yayınları denetliyorsa, Kürtçe yayınları da denetlesin. Türkiye’de Kürtçe çevirmen mi kalmadı?

Özal bu memlekete büyük kötülükler yapmıştır ama, Türkçe’den başka dillerde yayın yapılmasını önlemek için çıkartılan 2932 sayılı yasayı 1991’de kaldırmak gibi bir iyilik de yapmıştır. (Bu hukuk mühendisliği harikasını unuttuysanız diye, maddeyi vereyim: “[Türkçe’den başka dil kullanmanın istisnası] Türkiye tarafından tanınmış olan devletlerin birinci yabancı dilleridir”. Cümlenin birinci yarısı ne olur ne olmaz Kürdistan diye bir devlet kurulursa diye, ikinci yarısı da o günkü Irak’ın ikinci yabancı dili Kürtçe olduğu için kaleme alınmıştır!).

Kürtçe yayına izin vermenin Türkiye’yi parçalayacağından hâlâ samimiyetle korkanlar için söylüyorum: İngiltere, adanın batısındaki Galler’de Gal diliyle (Welch) TV yayınına izin verdi. İngilizce dururken bunları kimse izlemiyor ve kimse reklam vermiyor. Bizde de Kürtçe kasetler serbest bırakıldı ne oldu, olan kasetçilere oldu. O güne kadar yok satan kasetler şimdi raflarda tozlanıyor.

Bir de, böyle bir olasılığın hiç gerçekleşmeyeceğini bildikleri ve bundan hiç korkmadıkları halde milliyetçilik uğruna bu yasağın devam etmesini isteyenler var. Eh, bizim onlardan korkmamız lazım.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı