Tamam; seksen yıllık laikçi aşağılamanın ekmeğini hâlâ yiyor. Yandaşları ise önlerine ne atılırsa, tartışmaksızın onu. Tamam; sokağa çıkan basınçlı su ve gaz yiyor, çıkmayan “subliminal”den giriyor.
Tamam, muhalefet diye bir şey bırakmadı: HDP’den herkes içeride, CHP’ye höt dedin mi (Türkçede böyle başlayan bir deyim vardır ama yazamam) Kartal’daki mitingden çekildiiyor, Bahçeli ise Meral korkusundan AKP’ye kaydoldu. Bu ortamda, OHAL rejimini kopyala-yapıştır yapacak bir Anayasa yazdırtıyor.
***
Tamam; KHK’lenmemiş profesör, ayıklanmamış general, korkutulmamış hakim, projelenmemiş öğretmen, götürülmemiş gazeteci, kayyımlanmamış başkan, evi yıkılmamış Kürt, CB’ye hakaretten mahkemeye verilmemiş vatandaş, fetöcü gerekçesiyle malına-parasına yasadışı el konmayan banka ve holding bulmak gittikçe zorlaşıyor.
Tamam; koca medya, sesleri ince kalsın diye Kilise’nin Ortaçağ’da burdurttuğu kastrato oğlanlara döndü. Aslında, bütün muhalefet kastrato artık. Mağdur demenin bile yasak olduğu bir kastrato sürüsü.
Tamam; Batı kalkıp da insanımıza insan muamelesi yapmamızı isteyince formül hazır: “Şangay Beşlisi’ne girmemiz çok daha rahat etmemizi sağlayacak”. Adını bile yanlış söylüyor çünkü doğrusu Şanghay İşbirliği Örgütü, koalisyon ortağı da Perinçek ama, ona da tamam.
***
Hepsine tamam da; hiçbir yönetim hele de bu küreselleşme devrinde baskıyla ayakta kalamaz. Çünkü Erdoğan madde’yi fazla zorladı artık. Büyü bozuluyor.
Cumhuriyet gazetesi gibi bir cami duvarına saldırmayacaktı. Türkiye’yi şimdiden şeriat ülkesi belleyen sübyancıları ödüllendiren, tecavüzün önünü açan yasayı gece yarısı çıkartmaya girişmeyecekti.
Sonra baktı ki herkes ayakta, yine bir gece yarısı yüzgeri etti. Büyü bozuluyor. Karizma çizildi. Ne atsan yiyenler de mırıldanmaya başladı. Kızı Sümeyye’nin KADEM’i, AKP’li kadınlar… Bakan Müezzinoğlu bile “60 yaşındaki kişilerle 14 yaşındaki bir çocuğun gönül bağı olamaz” dedi. Düzce Ülkü Ocakları Bayanlar Birimi yürüdü. MHP’lilerin oluşturduğu Türkçe Birlik Gönüllüleri, Bahçeli dahil 40 MHP’li vekile uyarı mektubu yolladı.
Bunlar, artık fazla kör parmağım gözüne hale gelen bazı dalga geçmelerin yandaşlar açısından bile zor tahammül edilir noktaya geldiğini gösteriyor.
Dalga geçmeler derken:
***
Başta AKP olmak üzere herkesi süründürecek tablo geliyor. İnsanlar ‘Dokuz kişi işten çıkartılacakmış. İnşallah aralarında yokumdur’ diye ağlıyor. “Zenginler Kulübü” TÜSİAD cür’et edebildiği kadar inliyor. Reis’in Merkez Bankası gibi özerk ekonomik kuruluşlara baskısının ve Batı dünyasıyla kavgasının faturası tahmin bile edilemiyor. Önce akaryakıt fırlıyor; iğneden ipliğe zam yolda şimdi. Esnaf TL’yle satıyor, dolarla alıyor. Bu ortamda dolar her gün çıldırırken Kalkınma Bakanı L. Elvan: “Yurttaşları döviz satmaya çağırıyorum” diyor. Başbakan Yıldırım, “Ekonomiyle ilgili zerre sıkıntımız yok” diye müjdeliyor.
Daha yukarıda: İşinden atılanlar 125.000’e, mağdur yakınları 1 milyona varmışken Reis: “Kusura bakmayın mağdur falan yok, 241 şehidim var” diyor. Dahası diyor ki, “Türkiye hiçbir dönemde bu kadar özgür, huzurlu, rahat bir dönem yaşamamıştır”. Daha derseniz, İsrail TV’sine yaptığı medya özgürlüğü tanımı: “Benim sınırımın başladığı yer nereye kadarsa, gazeteci de ancak oraya kadar gelebilir“.
Daha daha derseniz, “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz”i (14.07.1996, Milliyet, Nilgün Cerrahoğlu) İsrail TV’sine aynı demeçte yeniden yorumluyor: “Demokraside, vakti geldiğinde kişi inmesini bilmelidir. Nedir, seçim kaybetmiştir, ayrılır”. Büyü bozuldukça, yavaş yavaş sınıra ulaşıyor çünkü.
***
Yurttaşla bu dalga geçmelerin, yandaşları sonunda rahatsız etmesinden bile önemlisi, bu zulmü İslamcılara İslami terimlerle anlatmak. Okuyalım:
“Gelen ilk ayetlerden sonra, uzunca bir fetret devri yaşanır. Peygamber susar. Alay konusu edilir. Yoldan geçerken Arap kadınlar tef çalarak, ‘Ey Muhammed, Allah’ın seni unuttu mu?’ der ve üstüne çürük şeyler atarlar.
“Fetretten sonra gelen ilk ayet: ‘Ey yatağına bürünmüş peygamber! Kalk ve korkut. Cehennem ile korkut!’
“Hükmetmek için bir cehennem lazım. Bir de cennet vaadi. Hâlâ değişmedi. Biliyoruz ki korkular da vaat edilen cennet de iktidar için kullanılan vasıtalar.
Devam ediyor ve bir benzetme yapıyor:
“Üst üste kuraklık olunca Habeşlilerin, yağmura hükmetme kabiliyetini yitirdiğini düşünerek tahttan indirdikleri tanrı-kraldan bugüne çok az şey değişti. Hukuktan, akıldan, ahlaktan uzak dünyanın iyice zıvanadan çıkmış köşesi memleketimizde de, korkutarak hükmetme yolu pervasızca kullanılıyor.
“Ne var ki kuraklık da başladı. Bakalım değişmez kural işleyecek mi? Efendim bize kural işlemez diyenlere diyecek bir şey yok.”
***
Yukarıdaki satırlar bir okurumdan. Ben durup durup, “Erdoğan’ın başlıca yöntemi, korkutmak. Biliyor ki yeterince korkutulan insanlar otoriteye sığınır” diyorum ya, keşke biraz din kültürüm olsaydı da okurum gibi konuşmayı bilseydim. Aynen L. Gültekin, İ. Eliaçık ve Ö. F. Gergerlioğlu gibi, cehenneme gidişi doğru yola çekecek insanlara lisanen ulaşabilirdim. “Corc ne demiş, Hans ne demiş, bizi ilgilendirmiyor. Allah ne demiş, bizi o ilgilendiriyor” diyeni nasıl dinlemek gerektiğini gösterebilirdim.
Bu menkıbeyi öğrenince biraz bakındım. O alay etme olayından sonra indirilen bu surenin adı: Müddessir. 26 ile 36 arasındaki ayetler, Mekke’nin para babası ve kültürlü bir kişi olduğu halde menfaati sarsılacağı için Hz. Muhammed’e karşı çıkan Velid Bin Muğire’den bahsediyor:
26) Ben onu Sekar’a [cehenneme] sokacağım. 27) Bilir misin sen, nedir o Sekar? 28) Ne geriye bir şey kor, ne bırakır. 29) Durmadan derileri kavurur. 35) Kuşkusuz o Sekar, büyük belalardan biridir. 36) Uyarmak için insanları…
***
Türkiye’nin dışı savaşta. İçi bölünmüş, en az yarısı isyanda. Hukuk tamamen bitti, padişah fermanlarıyla yönetiliyoruz. Ekonomi pikede. Siz hele bekleyin Fetö duruşmaları bir başlasın, bakın bakalım “Daha fazla konuşup partime zarar vermek istemiyorum“la kalacak mı insanlar.
Karizma çiziliyor: Son AKAM anketine göre polise güvensizlik % 72,2. Yargıya güvensizlik % 97. Erdoğan’a başkanlık desteği: % 36,5