Baskın Oran

Küçük Dev Kadının Türkiye’ye Öğrettikleri

İki hafta üst üste şarkıcılar hakkında yazı yazacağımı söyleselerdi inanmazdım. Yine de inanmam gerekmez, çünkü Zeki Müren şarkıcı değildi; bir Klasik Türk Musikisi üstadıydı.

Sezen Aksu ise, zerre kadar abartmadan söylüyorum, artık toplumsal tarihte “mümtaz  yer”ini almış bir şahsiyettir.

İlk defa, İstanbul’a konferans vs. için gitmedim. Bu olay’ı, bu “happening”i, bu çokkültürlülük ziyafetini, bu muazzam çokkültürcülük gösterisini temaşaya gittim. Keyif için mi? Evet, köşe yazarlarının uzun uzun yazdıkları, bir-iki fakir çiziktiriciyi saymazsanız hep bir ağızdan övdükleri bu konserden büyük zevk aldım. Fakat zevk almak için gitmedim. Mesleğim ve uzmanlık alanımla ilgili bir tarihsel olayı gözlerimle görmek ve ellerimle tutmak için gittim. Bundan dolayı kendimi tebrikler ediyorum. Kaçırsaydım büyük meslekî kusur işlemiş olurdum.

Evet, bir tek Aleviler, Alevi semahı unutulmuştu. Evet, fazla büyütmemeli, diyenler var. Bu da bir şey mi, bunca insan kültürleri uğruna özgürlüklerinden, sağlıklarından, hatta canlarından oldular, diyenler var. Tamamen doğru.  Ama Sezen’in büyük farkı ve marifeti şuydu ki, halkın bu kadar desteklediği ve Türkiye’nin bir büyük açıkhava hapishanesi kalmasından yana olanların seslerini bu kadar çıkaramadıkları bir olay ilk defa vuku buldu.

Hatta, Dördüncü Ordu Komutanının Efes’deki konserin “tarihine”  itirazı bile, İstanbul konserinde Birinci Ordu Komutanı tarafından “iptal” edildi: Kendisi manevrada olduğundan eşini ve kızını göndermişti. Nitekim, önceden haberdar kılındığı anlaşılan basın da onları sürekli çekti durdu. Ertesi gün de, bu işlerin gediklisi Hürriyet gazetesi, “Komutandan Büyük Jest” manşetini attı…

* * *

Bundan sonra ne olacak?

Bundan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; bunu söyleyebilirim. Geçici geri gitmeler, yokuşa sürmeler, çelmelemeler olur; ama 1,5 metre boyundaki bu dev kadının konserleri Türkiye’ye kimi gerçekleri artık kalıcı biçimde öğretmiş bulunuyor:

1) Alt-kimlikler ulus-devletin asimilasyon politikasıyla yitip gitmemiştir. Kültürlerini koruyarak alabildiğine direnmişlerdir. Bundan sonra, küreselleşme devrinde, bu ülkede alt-kimliklerin silinmesi olasılığı yoktur.

2) Bunun sonucu olarak, Kemalizm’in “Üniter Millet” projesi doğamadan ölmüştür. Konserin ertesi sabahı Feyhan’la evine kahvaltıya gittiğimiz A.G. Gürkan’dan duyup çok ilginç bulduğum ve üniformalı 1930’ların büyük “icat”ını ifade eden bu terim, bugünün büyük ayıbını ifade ediyor.

Artık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, hangi öğelerden oluştuğu ve hangi öğeleri dışarıda bıraktığı anlaşılamayan, hiçbir zaman da anlaşılamayacak bir Türklük zorlamasına maruz bırakma dönemi kapanmıştır. Artık Asimilasyon=Hüsran’dır.

Yani, devleti yöneten belli bir etnik grubun diğer etnik gruplara kendi kimliğini dayattığı (ve bu yüzden de ironik olarak “devlet-ulus” diye anılan) ulus-devlet modeli artık geçersizdir. Artık bundan sonra onun yerine, ulus’un temeli olmak açısından kan esasını reddeden ve üzerinde yaşanan toprak esasını kabul eden ulusal devlet geçecektir.

3) Bu iki hususun sonucu olarak, Kemalizm’in Üniter Devlet projesi daha güçlenecektir. Çünkü hem devletin bu 21. Yüzyılda artık fena sırıtan hataları önemli ölçüde azalmış olacaktır, hem Batı dünyası Türkiye’yi sürekli gagalama fırsatı yakalayamayacaktır, hem de en önemlisi, Türkiye’nin insanları “Zorunlu Vatandaş” kategorisinden “Gönüllü Vatandaş” düzeyine yükseleceklerdir.

En önemlisi, bu sonuncusudur. Çünkü; kendi alt-kimliğini özgürce ifade edemeyen insanlara devlet güvenemez. Buna karşılık, sahnede kendi şarkısını söyleyebilen, otobüste kendi anadilini ürpermeden konuşabilen insanlar, bir devlet için bin bir defa, sayıyla da yazıyorum ki iyice görülsün, 1001 defa daha güvenilirdir. Çünkü, bu insanlar geleceklerini bu devlet  içinde görürler; başka devlet içinde aramazlar.

Son bir noktayla bitireyim: Sezen Aksu, yalnızca Türkiye’deki alt-kimlik sahiplerinin huzurunu müjdeleyen kilometre taşını dikmekle kalmadı. Kendinden farklı olanlara kendini zorla empoze etmek yüzünden bunca yıldır kendine zarar veren Türk etnik öğesini de “Millet-i Hakime”lik züllünden kurtardı. Bir Türk olarak bu da fevkalade ilgilendiriyor beni. Helal olsun İzmirli hemşerime!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı