Baskın Oran

Küçük despot ile büyük despot

Danıştay’ın 146. yılı töreninde dinleyicileri çok şaşırtan, ama ‘iki esas oğlan’ı tanıyanlar için pek doğal bir hadise yaşandı: Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu (MF), insanı bıktıran bir konuşma yaptı. Başbakan Erdoğan da (RTE) yine kıpkırmızı olup şuurunu kaybetti, “yalancı, edepsiz” diye ağzını bozdu. Sonra da, Cumhurbaşkanı’nı peşine takmış vaziyette, töreni terk etti. Küçüğü konuşma adabını, büyüğü resmi protokolü ihlal etti. Çok normaldi, çünkü ikisi de aynı familyadandı: Tipik despot, yani müstebit.

Avukatlığı ve siyasi kimliği
RTE’yi, malum, arif olmayana bile tarif etmek gereksiz. MF’yi ise arif olana bile gerekli, çünkü sahnede yeni sayılır. Gerçi, önemli davalarda avukat olarak adı duyuldu: Münevver Karabulut cinayetinde baba Nida Garipoğlu’nun; RTE’nin has adamı, Mavi Hat operasyonunda adı geçen eski FB Asbaşkanı ve Limak şirketi sahibi Nihat Özdemir’in; ayrıca, 2009’da Bursa Kemalpaşa’da 19 işçinin ölümüyle sonuçlanan grizu patlamasında ruhsat sahibinin.

Ama hepsi fasarya, çünkü herkesin savunulma, avukatların da hayatını kazanma hakkı var. Bütün meramım: Bu profesör meslektaşım hayatında hiç gariban savunmuşa benzemiyor. (Belki de haksızlık yapıyorum, çünkü şu tweet’i yolladığı haberi şu anda geldi: @metinfeyzioglu “Madenlerimiz çok değerli dedik de madencilerimizi kıymetlimiz yapamadık. #Soma’da acının kömürleştiği yerdeyiz.”)

Asıl mevzuya gelmeden, çünkü onunla çok bağlantılı, MF’nin temel siyasal kimliği. TGB’ye demeç: “İçinde hiçbir şekilde ırkçılık barındırmayan Atatürk milliyetçiliği ve buna dayanan ulus devlet aşağı çekilirken, doğrudan doğruya ırka dayanan Kürt milliyetçiliği yukarı çıkarılıyor” (02.04. 2013, 10:05). Mesaj: “Talat Paşa Komitesi’ni kutluyor, başarılar diliyorum” (Aydınlık, 19.01.2014, 08.46). Ergenekoncular için demeç: “Mücadele etmeseydik, bugün canlarımız hâlâ zindandaydı” (Aydınlık, 11.05. 2014 16:51). Yani, CHP içindeki Ulusalcıların, MF’yi eleştiren F. Loğoğlu’na çemkirivermeleri boşuna değil.

Üniversitede yaptıkları
1999’da Timuçin Köprülü adlı yeni mezun genç, asistanlık sınavını kazanıp Ankara Hukuk’ta doktoraya başlıyor (2001). Konusu: Uluslararası ve Ulusal Ceza Hukukunda Soykırım Suçu. MF, Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanı, bu tezin yöneticisi ve Tez İzleme Komitesi Başkanı. Komite zaman içinde altı kez toplanıp “Başarılıdır, devam etsin” raporu veriyor.

MF Hukuk’a dekan oluyor (2007). Yaptıklarının kokusu SBF’ye kadar geliyor. Durmadan polis çağırıyor. Polisler, asistanları tanıdıkları halde (“Paşa paşa göstereceksiniz, siz öğrencilerin hocasısınız, polisin değil!”), her girişte kimlik soruyorlar, her girişte gerginlik. Bu yeni uygulamaya itiraz edenlerden biri de, asistan Timuçin. Hakkında dava bile açılıyor ve beraat ediyor ama bütün bunlar doktora teziyle boğuşurken oluyor; yaşayan bilir. Güç bela bitirip Eylül 2007’de teslim ediyor.

Bundan sonrası, uslu olmayan asistanlara çok uygulanmış bir pantomim: Tez sekreterlikte bekliyor, asistan zaman yitirmemek için elden (tutanaksız) dağıtıyor, jüri üyelerinden biri hastalanıp çekiliyor, yedek üye “Elimde çok tez var, okuyamam” deyip çekiliyor. Neticede jüri, tezin MF’ye ulaştırılmasından yaklaşık üç ay sonra, Kasım sonunda toplanıyor. Zaten ertesi gün de gencin asistanlık süresi dolacak.

Jüride MF diyor ki, “Tez elime 10 gün önce ulaştı, henüz okuyamadım.” Asistan diyor ki “Ben Eylül’de teslim etmiştim.” MF’de yazılı kanıt var: Kasım tarihli tesellüm tutanağı. Arkasından, ‘okumadığı’ tez hakkında sorulara başlıyor: “Neden Tehlirian [Talat Paşa’yı öldüren] davasının sahte belgelerle beraatla sonuçlandığını yazmadın?” Bu siyaset değil, teknik bir hukuk tezidir, cevabını alınca da: “1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren Lemkin’e nasıl dipnot verdin?” Jüri üyesi bir doçent, tezde alıntı olarak geçen “Kendisini gerilla olarak isimlendiren gruplar da soykırım suçu faili olabilir” ibaresini gösterip, “Hukukta gerilla diye bir şey yoktur” diyor. Jüriden bir hoca bunun UAD kararlarında geçtiğini söylediği halde ısrar ediyor: “Ama bunlar tehlikeli sözler!

Sonuçta iki üye “başarılı” diyor, üç üye “düzeltme” istiyor. Asistanlık süresi ertesi gün dolduğu için de asistanın ilişiği kesiliyor.

Kamu kaynaklarını koruyuculuğu
Baba Diyalektik devreye giriyor: MF, “tezdeki fikirlerle derin görüş ayrılıkları” gerekçesiyle çekiliyor; ardından da, “tehlikeli” diyen doçent. Asistan iyot gibi açıkta kaldı. Ama tez yöneticiliğinden ayrılan jüriden de istifa etmiş sayılınca, yeni bir jüri atanıyor ve asistan 20 Haziran 2008’de ‘oybirliği’yle başarılı bulunuyor.

Tam o sırada, Bölge İdare Mahkemesi de asistanlıktan ilişik kesme kararının yürütmesini durduruyor. Rektörlük bu kararı uyguluyor. Asistan görevine dönecek. Ama MF, aynen RTE gibi, her şeyi not eden biri. Anabilim dalını topluyor, bire karşı üç oyla karar: “Kamu kaynaklarının tasarruflu kullanılması gereğinden hareketle, asistana ihtiyacımız yoktur.” Oysa, Doç. Türkan Sancar’ın muhalefet şerhi kürsüde eleman açığının had safhada olduğunu, Timuçin’in daha asistanken derse sokulduğunu… yazmakta.

Baba Diyalektik diyorum size, hâlâ anlatamadım: Küçük despot, konuşma adabı ihlaliyle İslamcı büyük despota (D. Bahçeli’nin tabiriyle) ‘gollük pas’ vermiş, bu kişi de, gol atayım derken Davos amfisinde yaptığını Danıştay amfisinde rezil etmiş oluyor.

 

NOT: RTF’nin hiç sevmediği Aziz Yıldırım’ın “Terbiyesizler! Ahlaksızlar! Paralı köpekler!” diye şuurunu kaybetmesi kimden esinlenmişti acaba?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı