Hakaret ve tehdit gırla gidiyor ama, Türkiye ister istemez belli bilimsel kavramları tartışıyor nihayet. Torunlarıma galiba ileride diyeceğim ki: “7,5 sayfa danışmanlık raporu yazdık, ortalık birbirine girdi!”
***
Cumhuriyeti kuralı şunca yıl, demokrasiyi kuralı şunca yıl, halkımızın beşte birinin anadilini sokakta veya kasette bile yasaklamak yüzünden patlayan kirli iç savaşı bitireli şunca yıl oldu. Gn.Kur.Başk. Hilmi Özkök “Düşman ülke yok” dedi (Milliyet, 12.11.2004). Hâlâ birtakım insanlar, “Aman, bizi parçalayacak!” paniğiyle, terörizmin tek ilacı demokrasiyi reddediyorlar.
Bu büyük korku nereden geliyor? Sorunun yanıtı, Gazi Üniversitesinden Prof. Çağatay Özdemir ve ekibinin 69 üniversiteden 3.392 akademisyenle görüşerek yaptığı araştırmanın satır aralarında gizli olabilir.
Bu akademisyen profilini 16.11.2004 tarihli Radikal’den özetliyorum: Babaları çoğunlukla ilkokul mezunu. En çok sinemaya, en az opera/baleye gidiyorlar. Genellikle okudukları kitap, roman. Yüzde 40’ının yabancı dil sorunu var. Yüzde 71’i çocuklarının geleceği için endişeli. Torpile inanıyorlar. “Bir insan sosyo-ekonomik düzeyini nasıl yükseltir?” sorusunu ilk sırada “güçlü yakınlar edinmelidir”, üçüncü sırada da “menfaat gruplarıyla ilişki kurmalıdır” diye yanıtlıyorlar.
Çok açık: Yüzde 72’si kendini “orta sınıf” (yani, küçük burjuvazinin okumuş kanadı; okumamışına “esnaf” denir) sayan bu insanların ortak özelliği, güvensizlik duygusu. En çok güvendikleri kurumun yüzde 45’le Ordu olması da bu yüzden.
Akademisyenler arasında psikoloji böyleyse, onlar kadar güvencede olmayanların durumunu, gerisini bir düşünün…
***
Aslında, Türkiye’de AB’yi reddedecek bir faşizm ortamı yok. Çünkü, ekonomi hâlâ kırılgan ama, borçlar şunca yıldır sorunsuz ödeniyor; ihracat rekorlar kırıyor; büyüme iki haneli oranlara çıktı; enflasyon petrole rağmen tek hanelere düştü; komünizm bitti; komşularla didişme bitti; ABD tekelinden korkan AB, Türkiye’nin jeostratejik konumunu Irak’ın işgalinden bu yana fevkalade önemsemeye başladı. Dahası, Türkiye’nin tek amacı olan AB, faşizmi andırabilecek herhangi bir rejime karşı en büyük güvence (Avusturya’da faşist Heider’i istifa ettirdi).
Üstelik, Türkiye’de AB hedefinden korkmayan, hatta ona bilinçli/bilinçsiz büyük destek veren üç grup var: 1) Alt sınıflar/sokaktaki insan: Bunların standartları zaten çok düşük, üstelik AB fon/kaynak aktarımlarıyla rahatlayabilirler, hatta oraya çalışmaya gidebilirler. “Parçalıyorlaaar!” yaygarası bunları etkilemez; 2) Orta sınıfın rafine kanadı: Zaten ezelden beri Batı değerlerine sahip bu gruba AB ifade özgürlüğü getirecek; 3) Başta Kürtler olmak üzere, kimi gruplar alt kültürlerini AB sayesinde rahatça yaşayacaklar.
Fakat, bütün bunlar doğru ama, başka şeyler de var: 1) İç savaşın tatsız anıları bitmedi; 2) İşsizlik hallolmadı; 3) AKP iktidarına hâlâ güvensizlik var; 4) Kimliğini ve hatta maişetini devletin kalıplaşmış değerleri sayesinde sürdürenler, Komünizmin ve PKK’nın bitmesinden sonra da varolmaya devam edebilmek için yeni bir “öteki” arıyorlardı ve bunu “insan hakları”nda keşfettiler; 5) En önemlisi: “Her şey, kendi zıddının tohumunu karnında taşır” kuralı hükmünü yine icra ediyor: Muasır Medenileşmenin terminal noktası olan AB’nin değerleri (uluslararası kapitalizm ve insan hakları), küreselleşmenin (K) simgesi olarak algılandığı için orta sınıfı korkutuyor. Ortalığı karıştıran işte esas bu korku.
Faşizm, orta sınıfın bu “daha aşağıya düşme” korkusundan su içer. En tipik örneği de 1930’ların Almanyasıdır: Versailles tazminatları ödenememekte, enflasyon çıldırmakta, solcular durmadan “Fukaralaşacaksın!” diye korkutmakta, Komünist Parti bastırmaktadır. Panikleyen Alman orta sınıfı bu ortamda yılana sarılacaktır.
Epostayla gelen ve panikten aile terbiyesi kavramını dahi unutan şu satırlara göz atınız (Türkçesini ve imlasını düzelterek veriyorum):
Nâsaygıdeğer Baskın Oran. Azınlık raporu ve İstiklal Marşımız ile ilgili pis kokan fikirlerinizi bu kadar alenen beyan edebildiğiniz bu denli demokratik bir Türkiye ortamında ben de size ” Şimdi artık vızıldayabilen bok sineği” yakıştırmasını yapma özgürlüğünü tadıyorum. Sülalenizin esaret altında sürünmeye devam etmesi dileklerimle, yediğiniz kendi kabuzatınız ile sizi tekrar yalnız bırakıyorum. P.S: Dişlerinizi fırçalıyor musunuz gerçekten? Hiç faydası olmuyor beslenme üstadı, buraya kadar koktunuz yahu.
***
Bu insanların asıl korkmaları gereken, farkında değiller ama, tabii ki K’nin kötü yanı uluslararası kapitalizm: şahsen sosyal haklarını ve iş güvencelerini kaybetmek, devletlerinin ise sistematik borçlandırma sonucu gerçek egemenliğini yitirmesi, vb.
Oysa bu orta sınıf, yine hiç farkında olmadan, düşmanlığını K’nin iyi yanına, yani getirdiği uluslararası insan hakları standartlarına yöneltiyor. Eğitim sisteminin “Vatan-Millet-Sakarya” edebiyatının da büyük etkisiyle, “milli değerler”e aykırı saydığı insan haklarından korkuyor. İnsanlar tehlike hissettikleri zaman muhafazakarlığa sığınırlar. Aynen bu oluyor.
Bunlar bir aynaya bakabilseler, Avrupa’daki sınıfsal benzerlerinin aynı hislerle sarmaş-dolaş olduğunu bir görebilseler, kendileri için dehşete kapılacaklar: Göçmen Müslüman işçilere iş kaptırmaktan şikayetçi olanlar, şimdi bir de AB genişlemesi yüzünden “aç doyurmaktan” korkup Hollanda’da cami yakıyorlar.
***
İşte, Türkiye’deki Rapor yaygarasının temeli, bu tablo: Bir ölçüde alt sınıflardan kalkıp buralara gelen, tekrar oralara düşmekten korkan ve tek çözümü “milli değerlere sarılmak”ta bulan orta sınıf kanadı…
Türkiye’nin kendi insanına insan muamelesi yapması için alt kimliklerin kültürel haklarına saygının (yani, demokrasinin) şart olduğunu söyleyen bizim “Azınlıklar Raporu”, tam da bu ortamda patladı!
Alt küme’ye düşmekten ürkenler, galiba, alt kimlik’i de bu psikolojiyle algıladılar! 7,5 sayfalık bir danışmanlık raporunun bu kadar şamata yaratmasının sebebi, galiba bu.