Baskın Oran

Kesin itiraf: ‘Türk milleti’= Müslüman Türkler

AKP yetkilileri gerek partilerini gerekse Türkiye’yi fena savuracak demeçlere devam ediyorlar. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün Brüksel’deki 10 Kasım konuşması bu sürecin şimdilik en ibret-i âlem unsuru. Artık her yerde yazıyor, biz en önemli yeriyle yetinelim:

“…Düşünün Ege’de Rumlar devam etseydi veya Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba böyle milli bir devlet olabilir miydik?”

Muhterem Bakan, arkasından da, ‘sermaye birikimi olmaması yüzünden devletin her alanda var olduğunu ama bu sürecin artık tamamen biterek 50 yıldır tamamlanmaya çalışılan liberal ekonomi aşamasına geldiğini…’ belirtiyor.

Etnik/dinsel temizlik ulusa yararlı mı?

İnsan neresinden başlayacağını bilemiyor ama, bu sözler temel iki açıdan ele alınabilir: 1) İnsan hakları; 2) Türkiye’nin ulusal çıkarları.

Birinci açıdan almayalım, çünkü tam bir gayrimüslim düşmanlığı. Tam bir etnik/dinsel temizlik. Akla hemen 1990 Yugoslavya geliyor. Çünkü sayın Bakan açık açık söylüyor: ‘Biz, gayrimüslim oldukları için sermaye sahiplerinden Ermenileri Anadolu’dan tasfiye ettik (1915 katliamı, geri kalanların da 1930’larda İstanbul’a zorla yollanması), Rumları da zorla göç ettirdik (1923 zorunlu mübadelesi), kurtulduk’ diyor. Yani hem ırkçılık hem dincilik yapıyor.

Şimdi bir “vatansever” kalksa, “millî devlet”i kurtarmak için bir misyoner veya bir Hrant öldürdükten sonra “Milli Savunma Bakanı bile söyledi!” dese, ceza alır mı? Veya “azmettirmek”ten sayın Bakan da mı ceza alır?

Onun için, temel varsayımı ‘Ulus-devlet iyi bir şeydir ve gayrimüslimlerin tasfiyesiyle kurulur’ olan bu sözleri sadece ulusal çıkarlarımız açısından ele alalım. Görelim bu yapılanlar Türkiye’ye ne kadar yaradı. Sırayla bakalım.

Ulus-devlet’in (“millî devlet”) ne olduğunu 07, 21 ve 28 Eylül 2008 tarihli Radikal İki yazılarımda yeterince yazdım. Çok özetle: Ulus-devlet, ulusun tek bir etnik/dinsel bütünden oluşmasını şart koşan ve bunu gerçekleştirmek için “farklı” olanlara gereken zorlamaları yapan devlet türüdür.

Bu zorlamalar duruma göre ya asimilasyon ya etnik/dinsel temizlik’tir. Birincisi farklı olanı çoğunluğa zorla benzetmektir. İkincisi ise farklı olandan bir biçimde kurtulmaya dayanır ve yine duruma göre ayrımcılık, segregasyon (fiziksel ayırma), zorla iskân, pogrom (devlet destekli saldırı), en radikal olarak da katliam biçimini alabilir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bakan Gönül ulus-devletin 1915 ve 1923’te (ve devamında) yaptıklarını övüyor.

‘Milli ekonomi’ millete ne kadar yaradı?

Gayrimüslim tasfiyesine üç açıdan bakalım:

1) Ekonomik: “Ege’de Rumlar devam etseydi” Çeşme, Urla, Foça vs tepeleri bugünkü gibi dağ değil, taraçalanmış bağ olacaktı. Acaba İzmir’de vali iken sayın Gönül oraları hiç görmedi mi, yoksa gördü de “Bu bağlardan şarap yaparlardı” diye mi sevindi?

Eğer “Ermeniler devam etseydi” Bursa’da şu anda eskinin bir müsveddesi olan ipek sanayii düşünün nerelere ulaşmış olacaktı. Anadolu’da nerede koca bir konak görüp sorsanız, “Ermeni evi” cevabını alırsınız. F. R. Atay anlatır; bir merkezde kasabalılar M. Kemal ve İsmet paşalara gelirler ve ricada bulunurlar: “Arabamızı tamir ettiremiyoruz; giden Hıristiyanlardan sanat sahibi olanları geri gönderseniz” (Çankaya, İst., 1969, s. 331-332).

1915 ve 1923 Anadolu’nun biricik girişimci orta sınıfını kökünden kazıdı. Onların varlıklarını, yüzlerce yıllık sermaye birikimlerini hayatında bir kese altını idare edememişlere bir anda transfer etti. Şimdi Bakan Gönül hiç farkında olmadan itiraf ediyor: “50 yıldır tamamlanmaya çalışılan” sermaye birikiminden bahsediyor. Yalnız sermaye mi? Yine yüzyılların eseri olan sermayeyi yatırma ve kullanma (know how), üretilen malı ihraç edebilme, dış pazarlar ayarlayabilme becerisi? 1915 ve 1923 bütün bunları yok etmekle kaldı.

Etti de ne oldu? Önce İttihatçıların sonra da Cumhuriyet’in yaratmaya çalıştığı “milli”, daha doğrusu Müslüman “girişimci” onca zenginliğe konunca ne yaptı? İki şey yaptı:

Birincisi, yabancı sermayeye kucak açtı. 1920-30 döneminde kurulan 210 anonim şirketin 1/3’ü yabancı sermayeliydi. Bunların ödenmiş sermayesi bütün bu şirketlerin ödenmiş sermayelerinin yarısına ulaşıyordu (Gündüz Ökçün, 1920-30 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye, Ankara, SBF, s. 117).

İkincisi, uluslararası piyasaya hemen “uyum” sağladı. Yine Kemalizm’in usta kalemi Atay’dan dinleyelim: “[Yabancılar] bir Ankaralı maske edinmek zorunda idiler. Çek sefiri beni görmeye geldi. Gazi’nin arkadaşısınız, lütfen Skoda’nın temsilciliğini kabul buyurmaz mısınız, dedi. Bir gün Milli Savunma’nın bir eksiltmesine katılan iki rakip firmadan ikisinin de temsilcisinin aynı milletvekili olduğu görülmüştü” (Çankaya, s. 455). Tabii ki bu işler bol rüşvetle yapılıyordu (s. 456); yani “millîleşme” Anadolulu tüketici için malın fiyatını artırmıştı, o kadar.

Sınaileşmemiz en az 50 yıl ertelendi

Ayrıca, kapitülasyonların kaldırılması dışında ne millileşmesi Allahaşkına? Sermayenin millisi-gayrimillisi mi olurmuş? Bu bize İttihatçılardan bu yana gelmiş en kocaman ezber. Sermayenin tek bir ilkesi vardır: Kârın maksimizasyonu. Bu bazen “milli” davranarak (gümrük koyarak), bazen de “gayri milli” davranarak (gümrükleri indirerek) sağlanır. Koç ve Sabancı 80’lere kadar birincisini savunuyordu, sonra ikincisine geçti. 1915 ve 1923, Cumhuriyet’in sınaileşmesini en az 50 yıl ertelemiş oldu, o kadar.

2) Kültürel ve toplumsal: Ermeniler ve Rumlar “temizlenmeden” önce Anadolu çok uygar bir ortamdı. Paris’te 1992’de yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler” s. 356-381’den birkaç rakam: Sadece Harput Ovası’nda 8.660 öğrencinin okuduğu 92 okul vardı. Burada tiyatro Atatürk’ün doğumundan 1 yıl önce kuruldu. Meşrutiyet’le birlikte 1 gazete, 1 dergi, 1 de haftalık gazete çıkmaya başladı. Susuryan Kardeşler fotoğrafçılığı 1890’da başlattılar. Bunları 2008’e projeksiyonla getirin ve Türkiye’nin AB’ye girmesi açısından düşünün.

3) Siyasal: Engizisyonu bile yaşamış Batı’da laiklik sorunu yoktur, bizde niye vardır hiç düşündünüz mü? Bunun en temel sebeplerinden biri Batı’da dinin Katolik-Protestan diye bölünmüş olmasıydı (O. Abel, ‘La Condition Laique’, CEMOTI, no. 19, s. 43). Alevilerin zaten her fırsatta katledildiği Osmanlı’da bir de gayrimüslimler temizlenince Sünni İslam, devletin karşısına yekpare bir heyulâ gibi çıktı; hadi baş edebilirsen et.

Dahası, gayrimüslimlerin tasfiyesi Anadolu’nun geleneksel çoğulculuğunu mahvetti. Sonuçta hiçbir farklılığa (Aleviler, Kürtler, farklı cinsellikler, vb.) tahammül edemez hale geldik. Bakan Gönül haberine gazetelerde yapılan okur yorumlarını gördünüz mü? “Şimdi sıra Kürtlerde mi oluyor?” diyorlar. Yani, “gayrivatandaşlar” temizlendi şimdi sıra “sözde vatandaşlar”da mı sorusu. Vahim çağrışım.

Aslında, başı açık eşi ve askerlere yakınlığı sayesinde cumhurbaşkanlığına bile aday yaptığımız kendisine minnet borçluyuz. Allahtan konuştu. Hadi bakalım. İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Ankara ve İzmir Valisi, Sayıştay Başkanı, şimdi de Milli Savunma Bakanı V. Gönül’ün “Rumlar ve Ermeniler olsaydı milli devlet olamazdı” sözünden sonra birisi çıksın da “Türk milleti” teriminin sadece Türkleri değil bütün vatandaşları kucakladığını bir daha söylesin göreyim.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı