Ortalık yine fena toz-duman. Herkes panikte. Böyle durumlarda can simidi, bağımsız yargıdır. Kuralı koyar, tozu-dumanı aralar, kafamıza uymasa da biz ona uyarız, rahatlarız. Ne yapıp yapmayacağımızı biliriz hiç olmazsa.
Malum, Prof. Dr. Atilla Yayla İzmir 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 15 aya çarptırılmış, iki yıl da “denetime tabi tutulmaya” mahkum edilmişti.
Bizim bildiğimiz, suçu “Bu adam” diyerek “Atatürk’e hakaret” idiydi. Gerçi, birilerinin çıkıp “Yahu, Atatürk adam değil mi?” deme tehlikesi her zaman mevcut. Ama, hiç olmazsa Atatürk’e böyle demenin yasak olduğunu bilir, demez ve rahatlardık. Mesela Gazi Üniversitesi şu anda çok rahat. Pratikte zaten rahattı çünkü gazetecisinden asistanına ve öğrencisine kadar belli bir çizgi dışında olanlar hemen dövülüyordu. Geçenlerde teorik olarak da rahatladı. Bir araştırma merkezinin açılışında rektörün verdiği kokteyl, alkol de ikram edildiği gerekçesiyle yirmi kadar “genç” tarafından basıldı. Gerekçeleri son derece net: “Burası Müslüman evlatların vatanı. Burada salyangoz satılmaz” (Radikal, 20.03.08). Oh, rahat. Satmazsın, olur biter.
Oysa, gerekçeli karar yayınlanınca gördük ki rahat bize haram. Çünkü Prof. Yayla “Bu adam”dan değil, düpedüz Kemalizm’i eleştirmekten mahkum olmuş. Bir gazetecinin sorusuna cevap olarak söylediği şundan: “Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül etmektedir. Medenileşmeyi çözücü bir süreçtir”. Yargıç şöyle yazmış:
‘Tek başına ‘bu adam’ sözcüğü herhangi bir hakaret içermese de sanığın [gazetecinin] sorusu üzerine verdiği cevabın tamamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde bilimsel bir tartışma sırasında aslında kendi düşüncesi olan sözleri Avrupa Birliği yetkililerinin soracağı sorular gibi göstererek Atatürk’ü aşağılar biçimde ‘neden her yerde bu adamın heykelleri ve fotoğrafları var diyecekler’ şeklinde söylediği sözlerle Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret ettiği, söylediği bu sözlerin bilimsel açıklama boyutunu aştığı…’ (E.Önderoğlu, Bianet, 12 Mart 2008 ve gerekçeli karar no.2008/25).
Şimdi niye her şey yine toz-duman oluverdi, onu anlatayım:
Suç ve kanun
Yasanın halk arasındaki adı: “Atatürk’ü Koruma Kanunu”. Resmî adı: Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun. Sayısı: 5816. Çok kısa: Beş maddelik. Kabul tarihi: 25.07.1951. Önemli olan, birinci maddesi:
‘Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılır. Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye 1 yıldan 5 yıla kadar ağır hapis verilir.’ (Gençler bilmeyebilir ama, büst kırmayı ve 1951’i duyar duymaz bizim kuşak kulakları hemen dikmiştir: Bu yasa Demokrat Parti tarafından Ticaniler’e karşı çıkartıldıydı. Şeyhleri Kemal Pilavoğlu (1906-1977) olan bu “ikonoklast” tarikatın hobisi çekiçle Atatürk büstü kırmaktı da ondan).
Prof. Yayla büst kırmadığına ve kabir tahrip etmediğine göre suçu 1. fıkraya giriyor. İyi de, mahkemenin gerekçesi buna girmiyor. Sanık sövdüyse ancak Kemalizm’e sövmüş sayılabilir, Atatürk’e sövme durumu yok. Var deniyorsa, o zaman mantıken tek bir sonuç mümkün: “Atatürk ile Kemalizm aynı şeydir”. Toz-duman da buradan çıkıyor. Çünkü Atatürkçülük ile Kemalizm belki aynı şey kabul edilebilir ama, diğer ikisi?
Bir defa, Atatürk ünlü bir insan. Bütün önemli yılları, yani 38 yaşından ölümüne kadar, her şeyiyle ve büyük titizlikle kayda alınmış. Net. Ama Kemalizm insan değil. 1920-30’larda formüle edilen, bugün de taraftarları olan, çok tartışmalı bir fikir sistemi. Zamanında ne olduğu üzerine yorum birliği olsa bile, 80 yılın sonunda ne olduğu tamamen yoruma tabi. Baksanıza, simgesi Altı Ok’u şimdi ne yapacağını bizzat CHP bilemez durumda.
İkincisi, ‘Kemalizm 80 yıldır aynen devam etmektedir’ diyorsak, o zaman vaziyet daha da toz-duman çünkü ortada Kemalizm’e gerçekten bir sövme olduğunu söylemek lazım. Zira Kemalizm’in en temel ilkesi, laiklik. Oysa dünyada sadece din, Kitab-ı Mukaddes, Tanrı kelamı gibi şeylerin değişmezliği iddia edilebilir. Atatürk’e tanrı, Kemalizm’e din demeye hazır mısınız? Bundan büyük sövme olur mu yahu?
İki çağdaşlaştırma dalgası
Artık işimizin gerçekten zor oluşu; yok AKP’yi kapatma davası açılmış, açılabilir miymiş, bunlardan değil. Türkiye ne davalar gördü! Yassıada, Deniz Gezmişler, 17 yaşında asılan Erdal Eren, son olarak Anayasa Mahkemesi’nin 367 davası. Bunların yanında Erdoğan ile Baykal’ın “kayıkçı kavgası”nın esamisi okunmaz.
Peki, neyin tozu-dumanı bu? Hangi kavganın? Türk-Kürt? İlerici-gerici? Sünni-Alevi? Sağcı-solcu? Laik-dinci?
Geçiniz efendim. Hiçbiri değil. “Muasır Medeniyet” anlayışlarının kavgası bu. Kemalizm 1920-30’larda formüle edildiğinde o günkü B. Avrupa’yı Muasır Medeniyet olarak aynen almıştı. Şimdi reformcular aynı şeyi yapmak ve bugünkü B. Avrupa’yı Muasır Medeniyet olarak almak istiyor. Bu alışa, 1920-30’cular karşı çıkıyor.
Bunların dedeleri B. Avrupa emperyalizmiyle savaştan yeni çıktıkları halde B. Avrupa’yı idealleri ilan etmişler ve aynen almışlardı. Şimdi torunları, B. Avrupa’yı düşman ilan ediyor. Çünkü tek bildikleri, bugünkü B. Avrupa’nın antitezi olan 1920-30’ların reçetesi. İslam, Kürt, Ermeni sorunları, hiç fark etmez, önlerine ne gelirse bu reçeteyi uyguluyorlar, hastanın ateşi daha da fırlıyor, dişleri zangır zangır vuruyor, o zaman bunlar sinirden ve çaresizlikten ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Benim toz-duman yatışsın diye asgari önerim, bir de “Kemalizm’i Koruma Kanunu” yapılması. Kafalarımız netleşsin. Neyi yapıp ne yapamayacağımızı, neyi düşünüp neyi düşünemeyeceğimizi, neyi eleştirip neyi eleştiremeyeceğimizi söylesinler ki, kalan aklımızı tozdan-dumandan koruyabilelim.