Bir süredir, 1920’ler için çağdaşlaştırıcı bir ideoloji olan Kemalizm’in 2000’lerde tutucu ve hatta gerici hale geldiğini yazıyorum.
Ve tabii, kimi tepkiler geliyor. İki arkadaşımdan ve bir eski öğrencimden birer eposta geldi, bir de Ayvalık’tan faks aldım.
Birinci arkadaşım, önce, yazımda 12 kere geçen “Kemalizm” sözcüğünü bir kere “Kemalizm (K.)” dedikten sonra artık “K.” olarak kısaltmama kızıyor: “Ben Kemalist değilim. Ama bu ülkenin kuruluşunda ve çağdaşlığı yakalamasında belirleyici rol oynamış… bir akımı alfabenin bir harfine indirgeyip “K” ile ifade etmen, ne yalan söyleyeyim, bana bile çok itici geliyor”.
Güzel de, bunu yazan arkadaşım yıllarca köşe yazarlığı yaptı; demek ki kısaltma sorunu yaşamamış hiç. Bir de, “Başlangıçta,
“Aydınlık”çıların sana haksızlık ettiğini düşünüyordum. Ama artık netleşen yeni misyonuna bakınca, eski arkadaşlarımızın sana yönelttikleri eleştirilerin pek de temelsiz olmadığını anlıyorum” diyor ki, ilginç.
Devam ediyor: “Uygulamadaki kimi eksiklikler bir yana, ülkedeki tüm etnik gruplardan gelen insanlar bu devletin eşit haklı üyeleri değil mi? Türkiye Cumhuriyeti yasalarında etnik kökene dayalı bir ayrımcılık mı var? Türk kökenli olmayan yurttaşlara ayrı hukuk mu uygulanıyor? Herkes yasalar önünde eşit değil mi?” Kendisine ayrıca yazacaktım ama, nasıl olsa bunu da okuyordur; önümüzdeki ay TESEV’den çıkacak “Türkiye’de Azınlıklar” kitabımdan birkaç örneği şimdiden versem acaba inanır mı ve inanırsa fikir değiştirir mi:
1940’larda, askerî okullara ve hatta sivil memuriyete giriş için verilen ilanlarda “Türkiye Cumhuriyeti tebaasından ve Türk ırkından” olmak ilk koşuldu. 1934 İskan Yasasında 6 kere geçen “Türk ırkı”nın yanı sıra, sayamadığım kadar çok “Türk soyu” geçiyordu; bugün ise, 04 Mayıs 2004 tarihli Resmî Gazete’de çıkan Yönetmelik, vatandaşlığa girmek için başvuranların “soy durumları”nın konsolosluklar, MİT, Emniyet ve valilikler tarafından araştırılacağını yazıyor.
Ocak 2003’e kadar kimi vakıfların, sırf gayrimüslim vatandaşlar tarafından kuruldukları için, 1936 yılından sonra edindikleri taşınmazların beş kuruş ödenmeden ellerinden alınmasına ne diyeceğiz? Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bunlardan “yabancı” diye bahsetmesine?
1988-91 arası uygulanan bir yönetmeliğin, sabotaj yapması olası kategoriler arasında gayrimüslimleri ezcümle “Memleket içindeki yerli yabancılar (Türk tebaalı) ve yabancı ırktan olanlar” diye tanımlamasını?
Şu anda uygulanmakta olan 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 24/1 maddesinin, Türk vatandaşı azınlıkların okullarına atadığı “müdür başyardımcısı”nın niteliklerini belirtirken “Türk asıllı ve TC uyruklu” diye yazmasını?
Şu anda TSK, Emniyet, MİT ve Dışişleri Bakanlığında (daha doğrusu, üniversiteler dışında) ilaç için 1 tane gayrimüslim memur bulunmamasını? Bunlardan 1 tek tanesi bile memur olmak istemedi mi hayatta?
05 Ocak 2004 tarihine kadar, “bağımsız” mahkemeler bile, 1962’de gizli kararnameyle kurulmuş ve devlet şemasında yer almayan bir “Azınlık Tali Komisyonu”nun verdiği fetvalarla karar alıyordu gayrimüslimler konusunda. Bugün hâlâ gayrimüslimlere farklı seri numaralı nüfus cüzdanı ve pasaport veriliyor ki, geçenlerde bir seminerde bir genel müdür bu uygulamanın kaldırılacağını söyledi. Bakınız, geçmişi karıştırmamak için yalnızca bugünden bahsediyorum. Varlık Vergisini falan unutuyorum.
* * *
İkinci arkadaşım çok daha farklı: “Şunu da ekleyeyim: Yazıda ‘Kemalizm’ ile bugün kendilerine ‘Kemalist’ diyen ‘şizofrenlerin’ ya da riyakârların davranışlarını birbirinden ayırmamışsın; dikkatine”.
Yine “K.”ya alındığı anlaşılan faks ise alabildiğine tipik: “Bir toplumda devamlı ayrıcalıkların ön plana çıkartılmasıyla o toplum nasıl bir arada tutulabilir?… Ayrıcalıkları körüklerseniz Türkiye yerinde kalır mı?… Günümüzde hangi devlet demokratik devlettir?” Ve sonra dış politikaya geçiyor: “Zamanında İngiltere’ye bırakılan Kıbrıs’ı Helenizm rüyalarıyla yatıp kalkan Yunanistan’a bırakmanın muasır medeniyet seviyesine ulaşmakla ne ilgisi vardır?”. Peki, ada Türkiye’ye bırakılsa, biz hangi rüyayla yatıp kalkıyor olurduk?
Bir eski öğrencimden gelen eposta şöyle diyor: “Siz aynalı odada Kemalizm diye görüntülerden birine saldırıyorsunuz ama bence saldırdığınız derin devlet.”
Bütün bunlar, bana körlerin fili tarifi öyküsünü anımsatıyor…
Umutsuzluk? Ben daha o sayfaya gelmedim; kaç yaşındayım ki. Üstelik, eski öğrencim devam ediyor: “Aslında ben eleştirileri gördükçe çok da umutsuzluğa kapılmıyorum. Çünkü eleştirileriniz belki de Kemalizm’i kemikleşmekten ve dolayısıyla kırılmaktan kurtarabilir“.
Galiba, benim ikinci arkadaşıma verdiğim yanıtı bütün bu tür mektuplara vermekten başka çare yok: “Haklısın. Ama ‘Kemalist’ olanlar Kemalizm’in bu yorumunu değil beni eleştirmeyi daha kolay buluyorlar. Bu yazıdan sonra açıkça çıksınlar, bu yorum Kemalizm değildir, şudur şudur diye ilan etsinler, biz de ayırabilelim”.