Önce, Kürtlerimizi eleştirelim:
1) Saldırılar başlayınca, Zana ve arkadaşları: “Özerklik içeren federatif çözümler günümüz ve çağımız koşullarına uygun değil” dediler. Bildiri’nin ana fikri bu ise, bildirideki örnekler yanlış:
Basklar ve Katalanlar; ordu ve dışişleri hariç, polisi bile kendinden olan ve İspanya bayrağının yanına kendi bayraklarını da çekebilen, bağımsızlığa beş kalmış türünden özerk bölgelere sahip.
Kıbrıslı Türklerin 30 yıldır Rumlarla hiçbir ortak tarafları yok. Yaşlılar dışında, hiçbiri tek kelime Rumca bilmez. Rumlar da, Türkçe.
En acayibi, Lapon örneği. Ren geyiği sayesinde yaşayan, önemli kısmı para kullanmayan, azınlık hukukunda “yerli halk” kategorisine giren ve “özel grup hakları”na sahip bir Kuzey Kutbu topluluğu bu. Literatürde azınlıkların ayrılma hakkı ancak çok kısıtlı ve belirgin durumlarla sınırlandığı halde, bu “yerli halklar” ayrılma hakkına ilke olarak sahip kabul edilir.
2) 28 Kasım’da Diyarbakır Barosu konferansında şöyle dedim ve o olağanüstü olgun toplantıda kimse itiraz etmedi: “Siz Kürtler, bu ‘Asli Kurucu Unsuruz’ mikrobunu Türk milliyetçilerinden kaptınız”.
Bu mikrop Bildiri’de de mevcut ve esas hata da burada. Evet, “yeni ve demokratik bir anayasa” şart ve yapılacak; ama “Kürt halkının varlığını tanısın” diye eklediğin anda, Kürtleri de Türklerin yanına “terfi” ettirmiş olursun.
Biz, Türk etnik grubunun üstünlüğünü bölücü bulurken ve ortadan kaldırmaya çalışırken, Kürt etnik grubununkini mi onun yanına çıkartacağız? Bunu yapıp, Türkiye Ulusu’nu oluşturan diğer alt kimlikleri (Çerkez, Alevi, Arap, gayrimüslim, vb.) neden ve hangi hakla “Kurucu olmayan talî unsur” derecesine indireceğiz?
Bir yandan herkesi eşit biçimde kucaklayan “Türkiyeli” kimliğini kabul et, bir yandan da Türklerin yanına “terfi” etmeye çalış; bu fevkalade tutarsız. Kürtler bu mikroptan mutlaka ve hemen kurtulmalı. Bütün haklılıklarını bir anda sıfırlayabilecek bir mikrop bu.
***
Gelelim, Kürtlerimizi eleştirenlere.
1) Bildiri’nin “zamanlama”sına saldırı var. Hürriyet, her zamanki üslubunu kullandı: “Son Anda Şu Yaptığına Bak” (10.12).
Akşam yediğin baklalar sabah seni tırmalarmış. 80 yıldır “kimsecikler görmeden” halının altına süpürülen sorunlar da gelir, seni en zor ânında bulur; bu “Allah’ın emri”dir.
Kıbrıs’ı çözmeyi reddet, Kürt sorununu konuşturma, Fener’in Ortodoks ilahiyatına karış, 1915’i alimallah tabu ilan et, 81 yıl önce yapılan Lozan’dan sonra azınlıklar konusunda inanılmaz uluslararası gelişmeler olduğu halde hiç üzerine alınma, kendini hücreye kapatıp dünyayı görmeyi reddet; sonunda olacağı budur.
2) Sanki Bildiri suç işlemişcesine saldırı var. 14 Aralık tarihli gazetelerde manşet: “Savcılık Bildiriyi İncelemeye Aldı”.
Neyi inceleyip cezalandıracak acaba? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi en geniş ifade özgürlüğünü devlete, hükümete ve kamu kurumlarına yöneltilmiş eleştirilere tanıyor. “İfade özgürlüğü” sınırlarının aşıldığına karar verebilmek için, başka üç koşulun yanı sıra “Şiddete teşvik veya hakaret” arıyor. Ayrıca da, söz konusu açıklamanın “açık ve somut tehlike” oluşturmasını şart koşuyor.
Üstelik bunlar bizim yasalara da girmeye başladı artık: AB Uyum Paketlerinde TCK md.312 “ ‘kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde’ düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik” olarak yeniden düzenlendi. TCK md.159’a şu hüküm eklendi: “Tahkir, tezyif ve sövme kastı bulunmaksızın, sadece eleştirmek maksadıyla yapılan düşünce açıklamaları cezayı gerektirmez”.
Yukarıda sözünü ettiğim Diyarbakır Barosu konferansı biterken, benim de kelimelerle dile getirdiğim hava şuydu: “Bugün burada, Türkçe ve Kürtçe dillerini kullanarak, Kürtlerin ayrılmak isteyip istemediğini tartıştık. Bunun yapılabildiği bir Türkiye’den kim ayrılmak ister?”
3) Açıkça söyleyen pek yok ama, Bildiri’nin yabancı gazetelerde yayınlanmış olması hazmedilemiyor.
Sen Türkiye’de tartıştırdın mı ki, yabancı ülkelere taşırılmış olmasına hiddetleniyorsun? Biz “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu”nu yurt içinde yazdık da ne oldu? Yine “vatan haini” ilan edilmedik mi?
Üstelik, Rapor’un açıklandığı toplantıyı basan Fethi Bolayır ile Rapor’u TV kameraları önünde kapıp yırtan Fahrettin Yokuş’a karşı Savcılık şiddet kullanmaktan soruşturma açmazken, Rapor’u “yazdığımız” için bize açtı!
Böyle memleket olur mu? Olursa, bu yazıyı okuyacağınız 17 Aralık günü “AB’ye girmek, bizim anamızın ak sütü gibi hakkımız!” diye çığrışma hakkınız olur mu?
Yine de, bugün müzakerelerin başlaması kararı çıkacak. Ama bu, maalesef, ifade özgürlüğüne saygımızın değil, jeostratejik konumumuzun ve laik bir İslam ülkesi oluşumuzun ak sütü sayesinde olacak!
—————————–
Not: Aralarındaki tartışmaları gösterip, “Kürtlerin kafası karışık” diye gülenler var: Çok doğru ama, bu, onların Türkiyeli olmasından kaynaklanıyor…