Sırayla 3 önemli şey konuşalım bugün. Önce, bu vakıflar işi sayesinde ortaya dökülüveren kafa yapısını alalım.
Canlı programa telefonla katılıyorum, emin olmak için NTV program yöneticisine sordum: “Programa katılan MHP milletvekili muhterem Mehmet Gül’ün söylediklerini bana bir hatırlatır mısınız?” Okudu:
“Gayrimüslim vakıflarına taşınmaz mal edinme yetkisi verilmesi Müslümanlar ve Türkler için son derece tehlikeli durumlar yaratacaktır. Azınlıklar geçmişte Türkiye aleyhine çalışmışlardır, bugün de yurtdışında Türkiye aleyhine bağlantılar sürdürmektedirler”.
Muhterem Gül’e sordum: “Sözlerinizi dinlediniz. İki şık var, sizin için hangisi daha hafifse onu seçin: 1) Bu sözler nedeniyle şu anda suçlusunuz. Suçunuz da, gayrimüslimlerin Türkiye aleyhine faaliyet gösterdiğini bildiğiniz halde onları ihbar etmemek ve böylece Türkiye aleyhine çalışmak. 2) Eğer ihbar edemiyorsanız, o zaman söylediklerinizin gerçekle ilgisi yoktur. Bu durumda da hem iftiracılıktan, hem de din ve ırk ayrımcılığından suçlusunuz. Hangi şıkkı seçiyorsunuz?
Elcevap: “Bunlar sizin yorumunuzdur, biz Lausanne’a saygılıyız, siz gayrimüslim avukatlığı yapıyorsunuz, birçok gayrimüslim iyi vatandaştır ama bazıları da polisin çok iyi bildiği gibi Türkiye aleyhine çalışmaktadır”.
Şöyle dedim: “Şu anda da Türk Emniyetini suçluları korumakla suçluyorsunuz; farkındaysanız, yine suç işliyorsunuz”.
Muhterem Gül bunun üzerine sinirlendi. “Kardeşim!” diye hitap etmeye başladı. ASALA’yı bu millet unutmadı, o da mı Türkiye aleyhine değildi, dedi. Şöyle dedim:
“Haa, burada size bir şey öğretmek zorundayım. Siz hukuktaki iki kavramı bilmiyorsunuz veya hatırlayamadınız: “Yabancı” ve “vatandaş” kavramları. ASALA katilleri Lübnan, Fransız, vs. vatandaşıydı. Bizim gayrimüslim vatandaşlarımızla ne ilgisi var?”
Bundan sonrası aynı. Lafı şöyle kestim: “Ben susuyorum, çünkü bundan sonra söyleyeceğim her şey tekrar niteliğinde olacak”.
* * *
Gelelim ikinci önemli konuya: Eskiye oranla bin kere daha adil olan yeni değişikliğin tahliline. Doğrusu, Sayın Bakan Arseven bu konuda büyük iyi niyet ve özveriyle çalıştı. Hem anlamayanlara, hem de anlamak istemeyenlere oturup laf anlattı. Zaten, bu değişikliğin AB paketi içinde olmaması gerekirdi, çoktan çıkması gerekirdi, mecbur kaldı. Avukat Murat Cano’nun basın açıklamasında daha fazlası var ve bunu apayrı bir yazıda ele almak gerekiyor ama, en önemlisi şu:
1974’ten beri hukukdışı mahkeme kararlarıyla el konan taşınmazlar ne olacak? Geri verilmeyecek mi? Kapitalist bir ülkede mülkiyete böyle zorbalık olur mu?
Değişiklik bu konuda açık hüküm getirmiyor. Şöyle diyor: “Bu vakıfların (…) her ne surette olursa olsun tasarrufları altında bulunduğu [çeşitli belgelerle] belirlenen taşınmazlar (…) altı ay içinde başvurulması halinde vakıf adına tescil olunur.”
Bu durumda, geri verilme otomatik olmayacak. Vakıflar ellerinden alınmış bu malları beyannamelerine dahil edecekler, eğer devlet kabul etmezse, mahkemeye gidecekler. Burada en az şu üç gerekçeyi ileri sürebilirler:
1) “Yasanın çıktığı tarihte tasarrufları altında bulunan” denmiyor, “Tasarrufları altında bulunan” deniyor;
2) Bu tasarruf altında bulunma durumu “Her ne suretle olursa olsun” kaydıyla geçiyor. Bu ibare, “mal nasıl edinilmiş olursa olsun” anlamına gelemez, çünkü bunun arkasından da: “Cemaat vakıfları adına bağışlanan veya vasiyet olunan taşınmaz mallar da bu madde hükmüne tabidir” denerek, satın alma dışındaki mal edinme biçimleri de sayılıyor;
3) Bu mallar ellerinden hukukdışı kararlarla alınmadan önce vakıfların bunlar üzerinde hak sahibi olduklarını gösteren belgeler mevcut.
Daha önce de çok yazdım; Yargıtay bile bu konuda ayrımcılık yaptı, Mehmet Gül mantalitesi kullandı, hatta inanılmaz bilgisizlik de sergiledi: vatandaş’a “yabancı” dedi, ondan sonra da “yanlışlıkla öyle yazılmış” diye ek karar çıkarttı. Bunlar beni derinden yaralıyor. En iyimizin kafası bile, bir Türk vatandaşının, ancak Müslüman olursa “gerçek” Türk vatandaşı sayılacağı biçiminde şartlanmış. Ondan sonra kalkıyoruz, laik olduğumuzu iddia ediyoruz, Atatürk “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” dedi diyoruz. “Türk” ve “Türkiyeli” ayrımı olmaz ve vatandaşa “Türkiyeli” denmezse, böyle olur işte.
Sevgili okuyucularım, bu kadar açık ayırımcılık Ankara’dan dönmezse Strasbourg’dan kesin döner ve Türkiye yine paraları bastırır, prestiji de sıfırlar. Şamar oğlanına dönmek dünyanın hiçbir yerinde marifet değil. Onun için, bunu ayrımcılığı önlemek için çıkaran devlet, iradesini sonuna kadar götürmeli. Beyannamelere eklenen taşınmazlara itiraz etmemeli. Bunlar geri verilmeli ve bu haksızlık artık tarihin karanlıklarına gömülmeli. Ayrımcılık ortadan kaldırıldı deniyorsa, tek çare budur.
Unutmamalı: Yunanistan, Türk azınlık mensuplarını vatandaşlıktan atma hükmünü kaldırıp da, eskiden atılmışlar hakkında hiçbir hüküm getirmeyince ne kadar eleştirmiştik. Çuvaldızı başkasına, ama iğneyi de kendine sokacaksın.
Yerim bitti, asıl önem verdiğim üçüncü hususa, yani “Bu paket Avrupa zoruyla Türkiye için değil, Avrupa zoruyla Avrupa içindir” diyenlere gelemedim. Onu da gelecek hafta yazayım.