Baskın Oran

İsviçre dibin kara…

İsviçre dibin kara...
İsviçre dibin kara...

İsviçre?de minare yapımının yasaklanması üzerine kıyametler kopuyor ama Türkiye?deki durum da hiç farklı değil.

Devamı tabii ki şöyle: … bizimki senden kara. Çünkü İsviçreliler rezil bir referandumla yeni minareleri yasaklattı ama yeni cami yapımı serbest. Oysa bizde kilise yapımı yasak; haberiniz var mıydı? (Ermenilerden ve Rumlardan bahsetmiyorum tabii, çünkü özellikle Rumları o kadar azaltmayı becerdik ki, neredeyse adam başına bir kilise düşecek. Bu iki cemaatin yeni kilise yapmaya ihtiyacı yok). Türkiye’de sayıları topu topu 3 bin olan ve kamuoyunun ancak Malatya Zirve Yayınevi katliamı sonucu farkına vardığı Protestanların kilise yapması yasak.

Hukuki durum

Önce, Lozan. Siz okumaktan bıktınız, ben de yazmaktan: Lozan Antlaşması’nda kullanılan tek azınlık terimi ve ölçütü şudur: “TC vatandaşı gayrimüslimler”. Yine Lozan, “bu antlaşma yapıldığı tarihteki gayrimüslimler” gibilerden de bir şey demez. Yani, Lozan’a göre şu anda TC vatandaşı olan istisnasız bütün gayrimüslimler azınlık statüsündedir ve azınlık haklarına sahiptir. Ama burada azınlık hakkına bile gerek yok. Çünkü “dinini yaymak” Müslümanlara olduğu kadar gayrimüslimler ve bu arada Protestanlar için de hak.

Arkasından, çeşitli “mevzuat hazretleri”. 2003’te 6. AB Uyum Paketi tarafından değiştirilene kadar, bu insanların kilise yapmalarına engel olmak için 3194 s. İmar Kanunu Ek Madde 2 kullanılıyordu. Çünkü kanun sadece cami yapımını düzenliyordu. 2003’te “cami”nin yerine “ibadethane”, “müftülük”ün yerine de “mülki amir” kondu, mesele halloldu. Ne halloldusu? Olmadı tabii!

Gerçek durum

1) “Mülki amir”lerimiz Müslüman Türkiye’yi savunmaya kararlı. Ör. Ödemiş Kaymakamlığı şöyle yaptı: (a) Önce, “dinsel tesis tahsis edilmesi, edilemeyecekse toplantı yerinin dinsel tesis olarak onaylanması” talebini reddetti, (b) Protestanların ibadetini 07.11.2006’da yasakladı. Gerekçe: “Yasal ibadet yerleri bulunmamaktadır.” Araya İçişleri Bakanlığı girdi de, süreç devam ediyor. Dört gün önce iç ferahlatıcı bir haber: Bölge İdare Mahkemesi (b)’yi iptal etti. Ama “ibadet yeri tahsisi veya toplantı yerinin onayı” yine yok tabii.

2) Mülki amirler, yapılan başvuruları “başvurulan yerde yerleşik bir Protestan cemaati olmadığı” gerekçesiyle reddediyor. Gerçekten de kağıt üstünde yok, çünkü sürekli saldırıya uğrayan ve ayrımcılıktan korkan bu insanların kimliklerinde hâlâ “İslam” yazıyor. Ör. Ankara Valiliği, Ankara Presbiteryen Kilisesi’nin talebini “muhtarlık kayıtlarına göre mahalle sınırlarında Hıristiyan yaşamadığı” gerekçesiyle reddetti.

Bütün bunlara, sayın belediyelerimizin “vatan müdafaası” için ellerinden geleni ardlarına koymamalarını da ilave edebilirsiniz. Örneğin, bu satırların yazıldığı anda Ankara Yenimahalle Belediyesi, Batıkent Protestan Kilisesi’ni “İmar Kanunu’na aykırılık ve 50 m. yakınında ibadet yeri (cami) bulunduğu” gerekçesiyle kapatmak istemekte. Yani, bırakın çan kulesini falan, Sanayi Çarşısı’nın bir pasajına sığınmış ibadethaneye resmen “bar, pavyon, içkili lokanta” muamelesi yapıyor belediye. Bu konuda şimdiye kadarki tek olumlu örnek, ne kadar anlamlıdır, Diyarbakır Sur Belediyesi’nden: Protestan cemaatin ibadet ettiği yere “dinî tesis” statüsünü tanıdı. Ama burada da Valilik onaylamıyor ve ibadet yeri yine açılamıyor. Gerekçe: “Bu konuda emsal karar bulunmamaktadır”.

Fiilî ve “yasal” saldırılar

3) Bu insanların ibadet etmeleri bir kısım halk tarafından da engelleniyor. Yalnızca 2007’de yapılan vahşi saldırıların sayısı 19. Bunların failleri (Malatya Zirve Yayınevi hariç) ya yakalanmadılar, ya tutuksuz yargılanmak üzere salıverildiler yahut küçük para cezalarıyla kurtuldular. Bu durumda risk yok; niye saldırmasınlar ki?

4) Risk olmaması yeterli değil tabii, saldırmak için. Bir de “ilham kaynağı” lazım: “Yasal” saldırılar. Şu örneğe bir bakınız: Protestan Kiliseler Derneği, Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) başvuruyor: “TC İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük 8. sınıf ders kitabının ‘Türkiye’ye Yönelik Tehditler’ bahsinin ‘Misyonerlik Faaliyetleri’ başlıklı kısmında dinini yayma bir suçmuş gibi gösterilmektedir”. MEB’nin 02.10.2009 tarihli cevabını, önce, “sirkatin söyleme” açısından ibretle okuyunuz: “Yazınız incelenmiştir. [Söz konusu kitapta] ‘TC’nin iç ve dış tehditlere karşı korunması konusunda duyarlı [olunmalıdır]’ ve ‘Ermeni iddiaları, terörizm, misyonerlik faaliyetleri, irtica, bölücülük konuları ele alınacaktır’ ifadeleri bulunmaktadır… Ayrıca, 4-8. sınıf programında ‘Misyonerliğin olumsuz etkilerine vurgu yapılır’ denmektedir… Bilindiği üzere, ülkemizin jeopolitik ve stratejik konumu, bazı menfi faaliyetlerin odağı olması sonucunu doğurmuştur. Ülkemizde özellikle ‘misyonerlik’ adı altında yapılan ideolojik ve kimi zaman bölücü faaliyetlere hassasiyet gösterilmesi bir zorunluluktur. Münferit bazı olaylardan dolayı tüm eğitim sisteminin eleştirilmesi mümkün değildir. Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim. İmza: Bakan adına, Talim ve Terbiye Kurulu Başkan Yd…”.

Tabii bu resmi cevabı, bir de, buram buram Ergenekon kokan “ülkemizin jeopolitik ve stratejik konumu” öcüsü açısından okuyunuz. Demokratik açılımı başlatan, Ergenekon rezaletini çözmekte kararlı olduğu varsayılan hükümetin Milli Eğitim Bakanı olan Nimet Çubukçu’nun kendi adına neler imzalandığından haberi var mı acaba?

Bu Türk Protestanlara kim, niçin baskı yapıyor? Mantıken, AKP zihniyeti. Çünkü Sünni Müslüman ideolojisine sahip olan ve bunu dayatan bu AKP zihniyeti. Ama bu yazıyı yazarken İzmir, İstanbul, Ankara ve Mardin’den kaç tane gayrimüslimle ilişkiye geçtiysem, AKP geldiğinden beri çok daha rahat olduklarını söylediler.

Biliyor musunuz, Türk-İslam sentezcilerinin yanı sıra en çok kim ezmeye çalışıyor bu insanları? Bu insanlara “emperyalizmin maşası” ve “bölücü” diyen “laik” kişiler. Büyük olasılıkla farkında bile değiller ki, bu tahsillerinden (Sakallı Celal!) ve bilinçsizliklerinden geliyor.

Tahsillerinden geliyor, çünkü Türk’ün ancak Müslüman olabileceği ulus-devlet’in verdiği “tahsil” sonucu bilinçaltlarına sızmış vaziyette. Bilinçsizliklerinden geliyor, çünkü çok önem verdikleri laikliğin bir ülkede gerçekleşmesinin, ancak şu iki koşul sayesinde mümkün olduğunu bilmiyorlar:

1) Burjuvazinin çok güçlü olması sayesinde din’le koalisyon yapmaya ihtiyaç duymaması

2) Daha önemlisi, ülkede tek bir din veya mezhebin tekel kurmamış olması; yani, dinsel ve mezhepsel çeşitliliğin mevcut olması. Onun için, Alevilik bu açıdan çok büyük nimet.

Gayrimüslimler de aynen öyle idi; “ulus-devlet” zihniyetimiz “temizliğe” uğratmadan önce tabii…
Bana en çok koyan, bunların solcu jargon ile Ergenekoncu jargonu aynı cümlede kullanmaları.

Benim cânım kardeşim, “Emin Oktay tarihi” dışında biraz tarih öğren ne olur. Bu topraklara misyonerler Osmanlı zamanında Rum ve Ermenileri Protestan ve Katolik yapmak için geldiler; o nedenledir ki Fener ve Kumkapı patrikhanelerinin dillerinde tüyler bitti Bâb-ı Âli’ye şikayet ede ede. 1980’den beri de ola ola 72 milyonda 3000 kişilik cemaat oldular. Kadıköy Altıntepe dışında bir tek “yasal” kiliseleri yok. “Solculuk” adına bu kadar kara cehalet ve bu kadar ulusalcı paranoya artık tüyler ürpertici. Daha önemlisi, Sol’a en büyük hakaret. Evlerden ırak ola.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı