Bu ne biçim başlık, demeyin. Kendinizden o kadar emin olmayın. Öylesine evrensel gerçek bellediğimiz ve asla sorgulamayı düşünmeyeceğimiz “temel doğrular” var ki, biraz tırnakla kazındığında altından çapanoğlu çıkabilir.
Hadi, uzaktan pek doğal ve iyi gibi gözüken “En iyi yönetim biçimi olan demokrasi, çoğunluğun iradesinin gerçekleşmesi demektir” biçimindeki tanımın ipliği artık pazara çıkmış olsun.
Bu demokrasi tanımının, iktidarın aristokratik azınlıklardan kitlelere geçmeye başladığı 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başına ait olduğunu ve bu geçişin fazlasıyla gerçekleştiği 21. Yüzyılda kesinlikle yetersiz kaldığını, artık bugün demokrasinin “Çoğunluğun, azınlığa saygı göstermesi” olarak tanımlandığını düşünmüştünüz, biliyordunuz, tartışmıştınız. Tamam.
Peki, ya şuna ne dersiniz: “Herkes kendi milletinin diğerlerinden üstün olmasını ister”.
* * *
“Bunda da ne var yahu; bu milliyetçilik değil ki, vatanseverlik; bundan doğal ne var? Başka milletleri kötülemiyor ki, kendininkini yüceltiyor” diyebilirsiniz.
Oysa, burada dikkatlerinizden kaçan 2 çok önemli husus olabilir:
Birincisi, “kendininkini yüceltmek” ile “başkasınınkini batırmak”, aynı fikrin iki farklı anlatımından ibarettir. Birini yaparken, farkında olmadan da olsa, aynı anda ötekini de yapmaktayızdır. Kendi grubumuza olumlu değerler yüklediğimiz anda, “öteki” gruplara olumsuz değerler yüklemek otomatiktir.
İkincisi, biraz düşünürseniz, hepimizin “millet” derken kastettiği, o millet içindeki çoğunluk etnik grubudur. Okullarda okuttuğumuz ve yücelttiğimiz “ulusal” tarih aslında çoğunluğun tarihi, ulusal kültür de çoğunluğun kültürüdür.
İşin bundan sonrası biraz daha tatsız. Evden sonra bir de okulda kendi “grubu”nun üstün olduğunu “Biz böyleyiz, onlar öyle” biçiminde öğrenen çocuk, ileride güç sahibi olunca ve koşullar elverince, kolayca (ve farkında olmadan) ırkçılığa kayar. Karşısında farklı fikirler veya davranışlar görmeye başladığı zaman otomatik olarak “Pis Arap”, “Kancık Rum”, “Kuyruklu Kürt”, “Katil Türk”, “Zaten onun anası da Ermeni imiş!”, “Duymadınız mı, Selanikli’ymiş; dönme, dönme!” dizisi de gösterime girmiştir. Bu, bir de siyasal iktidar ele geçirilince, etnik temizliğe kadar gidebilir.
Hangi koşullar elverince? Bulunması çok da zor koşullar değildir aslında:
Örneğin, siz işsizseniz ve ülkenize işsiz yabancılar gelip ucuza çalışıyorlarsa. Örneğin, siz örnek bir vatandaş olarak yaşarken kentinize farklı giyinen, davranan, hatta “yere tükürüp çöp atan” yabancılar gelip huzurunuzu bozuyorsa. Örneğin, yaşadığınız azgelişmiş ülkede işler durmadan kötüye giderken, sizinle aynı dili konuşmayan veya farklı din veya mezhepten olan veya farklı düşünen veya tuzu kuru olan bitakım insanlar iyice sinirinize dokunmaya başlıyorsa…
Çünkü, ne yazık ki doğal olan, ırkçılıktır. Çünkü “Biz” ve “Onlar” kavramları içimizde doğuştan mevcuttur ve ailede-okulda ha bire vurgulanmaktadır. Yani, ne yazık ki, insanlar ırkçılığa “predispoze”dir (doğuştan eğilimlidir). Doğal olmayan, ırkçılıkla mücadeledir ve bu iş onun için çok zordur. İnsanları büyük sabırla eğitmek lazım gelir ki, içlerindeki hayvanı ve o hayvanı azdıran eğitimin etkilerini mümkün olduğunca dizginleyebilsinler.
* * *
Nasıl mı?
1) Kendi milletini yüceltirken, başkalarınınkini batırmamaya dikkat ederek ve onların da yüceliklerine işaret ederek. Dünya tarihi okutmanın amacı bu olmalı.
2) Okullarda bu ülkenin tarih ve kültürünü okuturken, bunu, ülkedeki farklı grupları da içine alacak biçimde işleyerek. Ulusal tarih derslerinin amacı bu olmalı. Çünkü ülkedeki “birlik ve beraberlik” 21. Yüzyılın eşiğinde ancak böyle sağlanır.
Kendinizi ve sizinkileri “daha önemli” hissettiğiniz zaman ırkçılığa doğru yelken açmış olabileceğinizi düşünmüş müydünüz hiç?