Baskın Oran

İfrattan tefrite istikrarlı Türk yargısı

Başlıkta çelişki aramayın; yok. Gerçi ifrattan tefrite demek, bir uçtan öbür uca savrulmak, yani büyük değişiklik demek. İstikrarlı da, değişmiyor demek.

Olay şu: Aşırı laikçi olan Türk yargısı bugün öbür uca savrulmaya başladı. Çok istikrarlı biçimde. Çünkü Mithat Sancar’ın Eylem Ü. Atılgan’la hazırladığı TESEV raporunda (‘Adalet Biraz Es Geçiliyor’) çok iyi yansıtıldığı gibi, birey’i devlet’in kulu yapmaya yönelik o monist felsefeyi elinden hiç bırakmıyor: “Devletim, evvela devletim. Devletim olmadıktan sonra benim bireysel özgürlüğüm hiçbir şeye yaramaz.” “Polisin birisi havaya ateş edecekken mermi sekmiş gitmiş oradaki bir göstericiye çarpmış; ne kadar kötülük var içinde?” Hatta, “Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem.” (s. 135-140. Bunlar, Türk savcı ve yargıçların samimi sözleri.

İfratlar

Türk yargısı daima, insanın vicdanını isyan ettirecek kadar, en müfrit (ifrata kaçan) biçimde yorumladı laikliği. Anayasa Mahkemesi çırpındı üniversiteye başı örtülü kız sokmamak için; bu yüzden Anayasa md. 148’in açıkça ihlal etmeyi göze aldı. Dincidir diye, A. Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini 367 kararıyla engelleyerek bu sefer Anayasa md. 102’yi ihlal etti. Başı örtülü anneler, çocuklarının mezuniyet törenlerine alınmadılar.

Dincidir diye, R. T. Erdoğan şiir okumaktan hapse, “Öcalan aldığı kellelerin hesabını veriyor” demekten tazminata mahkûm edildi (Radikal, 14.12.2007). Danıştay 8. Dairesi, okullardan Atatürk köşelerinin kaldırılmasını öngören yönetmelik değişikliğini anayasaya aykırı ilan etti (Radikal, 09.11.2008). Daha önce çok yazdığım bu ifratları yeter bulduysanız, bir de tefrit aşamasına geçelim:

Tefritler

Yargıtay, 1645 yıllık Hıristiyan manastırı Mor Gabriel’in vakfını toprak işgalcisi ilan etti ve kadim topraklarını Haziran 2012’de elinden aldı, biliyorsunuz. Yargıtay bunu hangi Müslüman vakfına yapardı?

Bir ateist ailenin çocuğu, 2007’de AİHM’de mahkûm olan zorunlu din derslerinden muaf olmuştu. Danıştay 8. Daire bunu bozdu (Radikal, 19.07.2012). Oysa aynı daire, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin bir Alevi çocuğunu muaf saymasını 2008’de onamıştı. Yine bir ateist ailenin çocuğu 2009’da muaf olmuştu. Danıştay 8. Dairesi bunu da esastan bozdu. Gerekçe: “2007-08’de yeni programın yürürlüğe girmesi sonucu, mevcut müfredat din eğitimi değil, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretim niteliği taşımaktadır” (Taraf, 01.09.2012). Yani, ilan etmiş oldu ki, başbakanı “Dindar nesil yetiştireceğiz” diyen bir iktidarın Sünni Hanefi hocalara hazırlatıp verdirdiği zorunlu din dersleri, ikişer buçuk sayfa Alevilik ve Hıristiyanlık monte edilince, ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ne dönüşmüştür.

Gelelim adli yargıya. Yerel mahkeme “Cemevi ibadethanedir” diyen karar vermişti. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi bunu bozdu (Radikal, 26.07.2012). Gerekçesi şöyle: “Tekke ve Zaviyeleri kapatan 677 s. kanun, cami ve mescitlerin açık kalacağını belirtmiştir. 633 s. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) kanunu, bu ibadet yerlerinin yönetimini DİB’e vermiştir. Bu nedenle, cami ve mescit dışında bir yer ibadethane kabul edilemez.” Diyarbakır 6. Ağır Ceza’da mahkeme başkanı tanıklara “Allah’ım, namusum ve şerefim” diyerek yemin ettirdi (Taraf, 02.09.2012). Oysa yeminde Allah’ın adını anmak CMK’da eskiden beri yoktu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan da 2011’de (yani AKP döneminde) çıkarılmıştı.

İçiniz sıkılmıştır. Mizah dergisinden bir haber aktarayım da bitirelim: Penguen’de çıkan bir karikatürde, cami duvarında yazan “Allah yok, din yalan” esprisine, savcı bir yıl hapis istemiyle dava açtı (Taraf, 29.09.2011).

Gelelim bu işlerin yorumuna

Yakın zamana kadar çok sert biçimde laikçi olan Türk yargısı şimdi bir-iki yıl içinde ‘ihtida’ edip İslamcı mı oldu? Tabii ki hayır.

Peki, HSYK’dan mı korktu? Mümkün. Çünkü HSYK, CHP’nin 2010 Referandumu’na yaptığı itiraz sonucunda, ortaya tam da AKP’nin istediği kompozisyonla çıktı ve yargıçları harmanlayıp duruyor. Daha geçen haftasonu Zirve Yayınevi davası heyetini değiştirdi. Fakat olayı başlıca buraya bağlamak çok yanlış olur. Çünkü eski HSYK da yargıç ve savcıları fena halde dağıtıyordu. Örneğin Şemdinli olayında Van 3. Ağır Ceza’yı hallaç pamuğu gibi atmıştı (Radikal, 29.06.2007). Üstelik, şimdi “Cemevleri ibadethane değildir” diyen idari yargı, bunu aynı netlikte Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin ağzından 2008’de de söylemişti.

Bu kadar radikal bir ifrat-tefrit olayında Türk yargısının mevziini mükemmelen korumasının sebebi, birey’i devlet’in kulu yapmaya yönelik tekçi ideolojiyi aynen sürdürüyor olması. Türk yargısı hiçbir zaman ‘bağımsız’ ve ‘tarafsız’ olmadı. Hep devletin yanında oldu, farklı birey’in de hep karşısında. Özellikle, zayıf bireyin. Kadınlara, geylere, 13 yaşında kızlara neler yapanların nasıl ceza indirimi aldıklarını, nasıl topluca tahliye olduklarını iyi biliyoruz.

Artık, birey’e laiklikle tahakküm eden, farklılıklara izin vermeyen Kemalist devletin yerini, birey’e İslam’la tahakküm eden, farklılıklara izin vermeyen AKP aldı. Askeri vesayeti tasfiye edince de, hükümet iken devlet oldu. Türk yargısı istikrarlı. Devlet nerede, o orada. Olay galiba budur. Ve onun içindir ki, bir zamanlar Kemalist devletin laiklik politikasına isyan eden Müslümanlar, bugün AKP’nin İslam’ı insan haklarını bu hale getirmekte kullanmasına isyan etmektedir.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı