Türkiye hem iç hem dış politikada büyük belirsizlikler içinde yuvarlanıyor. Kolay kolay biraraya gelmeyecek tatsızlıkta durumlar karşısındayız.
İç politikada, İslamcı AKP’nin yüzde 29 oy tahminiyle tek başına iktidara gelmesi bekleniyor. En azından, bir koalisyonun ana ortağı olacak. Cumhuriyet’in 79. Yılında bunu da mı görecektik, diyenler tümenle. Aklı selimine çok güvendiğim bir arkadaşım şöyle dedi: “Şimdi sarıklılarla peçeliler yine saracak ortalığı. Nefret!”
Dış politikada Irak ABD tarafından vuruldu vurulacak. Uluslararası hukukun bu denli umursanmadığına, en azından benim aklımın ermeye başladığı yarım yüzyıldır hiç rastlanmadı. Türkiye’nin dengelere dayanan dış politikası da, zaten berbat durumdaki ekonomisi de alabora olacak.
Acaba “Züğürt tesellisi” veya “temenni dolu düşünce” (wishful thinking) denilen yanılsamalara mı kapılıp kendimi aldatıyorum, diye çok düşündüm; ama sanmıyorum: Şer’den hayır doğacak. Marksist terimle istiyorsanız, diyalektiğin yasaları harekete geçecek; yani, kötülük kendi karnından iyiliği doğuracak.
AKP’nin gelmesinden başlayalım. Bırakınız her sivri hareketin iktidara gelince mecburen törpüleneceği gerçeğini; şu sorulara cevap veriniz:
“Eğer, Aralık 1995 seçimlerinde Refah birinci parti olarak çıkıp da, Haziran 1996’da N. Erbakan başbakan olmasaydı, Mercedesler içinde gelen sarıklı-cüppeli tarikat liderlerine Başbakanlık Konutunda iftar vermeseydi, Refahlı Adalet Bakanı Şevket Kazan Sincan’da yapılan Kudüs Gecesi’nde İslamcı terörist posterleri astıran Refahlı belediye başkanını cezaevinde ziyarete gitmeseydi, vs. vs; 8 yıllık eğitim gerçekleşebilir miydi? O 8 yıllık eğitim ki, 1926 Medeni Kanundan sonra en önemli yasadır. Çünkü İslamcı akımın Batılılaşmaya karşı yetiştirdiği İslamcı seçkinler’in ana rahmi olan İmam-Hatip Okullarının asıl önemli ilk 3 yılını budamıştır.
“Ya, İmam-Hatiplerin bu budamayla bütün çekiciliğini yitirmesinden sonra, mezunlarının ilahiyattan başka bir fakülteye gitmeleri halinde üniversiteye giriş puanlarının perişan olması gibi, aynı sonucu doğuran bir düzenleme çıkabilir miydi?
“Bunlardan ders alsa bile, AKP oy tabanını ne kadar yabancılaştırabilir? İslamcılıktan gitgide uzaklaşmak zorunda kalacağı bir ortamda “İslamcılık simülasyonu” yaparak Batıcı seçkinlerin ekmeğine yağ sürmekten kendini ne kadar süre alıkoyabilir?”
Bu soruların cevabı düpedüz olumsuzdur.
Gelelim Irak’a ABD’nin yapmak istediği akıldışı saldırıya. Türkiye hem tüm dengesinin bozulacağından, hem de 1991’de Baba Bush tarafından çekirdeği ekilmiş bir Kürt devletinin bu sefer Oğul Bush’un saldırısıyla kurulacağından korkuyor.
Kasım 2001’de Mülkiye hocalarının yayınlamış olduğu Türk Dış Politikası, Olgular-Belgeler-Yorumlar kitabında, o zamana kadar Türkiye’deki uluslararası ilişkiler literatüründe bulunmayan “Stratejik OBD” kavramı hakkında özetle şunlar yazılı:
“Stratejik Orta Büyüklükte Devlet evrensel sorunlarda etkisizdir ve bu konuda Hegemon Güç’le işbirliğine gitmek zorundadır. Ama özellikle kendi yaşamsal çıkarıyla doğrudan ilgili olduğunu düşündüğü bölgesel konularda Hegemon Güç’ün kimi girişimlerine engel olabilir, onu kimi şeyler yapmaya itebilir; özetle, ona diş gösterebilir”. Türkiye ile ABD’nin ilişkisi aynen bu durumda.
Türkiye, ABD’nin fiyaskoyla biten Afganistan saldırısı için hava sahasını ve alanlarını açtı, lojistik destek sağladı. Hatta, herşey olup bittikten sonra birlik bile yolladı. Çünkü bu bir evrensel politika olayıydı ve Türkiye ABD’nin eline bakıyordu.
Ama Irak’ta şimdi diş gösteriyor. Çünkü bu, iyice “yaşamsal” olarak algıladığı bir bölgesel olay. Nitekim, dış borcunun 150 milyar dolara yaklaştığı ve Dış Borç/GSMH oranının yüzde 80’e vurduğu (ki, Maastrich Kriterlerine göre kritik oran yüzde 60’tır) bir durumda Türk dış politikası müthiş direniyor. MGK, sanki alacaklıymış gibi davranıyor: “ABD operasyonu yasal olmalı, ABD petrole göz koymasın” diyebiliyor (Milliyet, 23 Ekim 2002). 29 Ekim’de Ecevit demeç veriyor: “Türkiye istemezse olmaz!”. İşin tuhafı, eski büyükelçi M.Parris de aynı şeyi söylüyor. Evet, İngiltere’nin dışında Irak saldırısına destek veren yok; ama ABD’nin hukuk dinlemeyişinin karşısındaki engeller içinde en önemlisi Stratejik OBD Türkiye’nin direnmesi. Bu direnmesi sayesindedir ki Türkiye, belki de Irak’a saldırı belasından kurtulacak. Dünyayı da kurtaracak.
İMF kredileri gelmezse memur maaşlarını ödeyemeyecek bir Türkiye nasıl oluyor da bu kadar büyük başarıyla direnebiliyor? Bir şer algılaması sayesinde. ABD saldırısının ardından bir Kürt devleti kurulacağı korkusu sayesinde. Şer’den hayır. Diyalektik. Baba Diyalektik.
Burada da bitmeyebilir diyalektiğin bu etkisi. Eğer bir Kürt devleti kurulursa, yani “şer” gerçekleşirse, Türkiye için belki başka “hayırlar” da doğabilir.
Bir kere, Türkiye bu şer’in olmadığı zamanda bir türlü yapamadığını yapabilir. Yani, kendi Kürt kökenli yurttaşlarını daha mutlu kılmak için özel çaba göstermeye başlayabilir. Az hayır mıdır bu şer’den? Az hayır mıdır Türkiye’nin bu sayede Kürt sorunundan kurtulması?
İkincisi ve dahası, Türkiye böyle bir oluşumun kaçınılmaz olduğunu, onu engelleyemeyeceğini görürse ona ebeliğe soyunabilir ve onu kendi istediği biçime yöneltebilir. Bunun sonucu, Türkiye’nin Orta Doğu’da kendi boyuyla posuyla orantısız bir güce kavuşmasıdır. Türkiye böyle bir duruma hiç gelmedi.
Türkiye sadece içerideki hortumlamayı makul düzeylere çeksin ve işkence gibi gerizekalılıkları önlesin; Diyalektik Baba sayesinde onu rejim bakımından da devlet bakımından da güzel günler bekliyor olabilir.