Baskın Oran

Hrant ile Rakel’in evinde bir rakı sofrası

Onu ilk kez Aralık 93’te, telefonda tanıdım. İstanbul’dan aramış, kendini Fırat Dink olarak takdim etmiş, o sıralarda  Ermeni okullarında Ermenicenin Talim-Terbiye Kurulu tarafından yasaklanışı gibi inanılmaz bir konu üzerine Aydınlık’ta yazdığım yazılar için teşekkür etmişti.

Evde masayı inanılmaz biçimde donanmış görünce:

“Zo, hani üç çeşitten fazla yaptırmayacaktın?” dedim. “Burada tam on bir çeşit var!”.

“Sen onu bizim hanıma anlat. Ama fazla da uğraşma, ben yirmi beş yıldır boşuna konuşuyorum. Bildiğini okuyor” dedi.

“Yirmi beş yıl diye amma attın ha, kaç yaşında aldın sen bu kızı ki?” diyecek oldum.

“On dört yaşında” dedi.

Ağzımdan bir “Ohaa, sübyancı!” çıkıyordu ki, devam etti: “Ben de yirmisindeydim”.

Türkiye Ermenilerinin yedi ay önce çıkarmaya başladıkları haftalık Türkçe gazete Agos’un genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in evinde yemekteyiz. Rakel mutfağa gidip gidip yeni mezeler getiredursun, Hrant benim sorularıma cevap yetiştiriyor:

“Rakel’i Cilo dağının dibinde, Silopi’nin bir köyünde tanıdım ilk. Oralarda nasılsa kalmış bir Ermeni köyüydü. Kürtler rahat bırakmıyor diye haber aldıydık, gittik, köyün gençlerini İstanbul’a getirerek yetimhaneye yerleştirdik. Sonradan yaşlıları da taşıdıktı ya. Ben tanıdığımda Kürtçeden başka dil bilmiyordu. Ermeniceyle Türkçeyi İstanbul’da öğrendi”.

“Muazzam bir değişim” dedim. “Ama bu memlekette oradan çıkıp, İstanbul’a uğramadan Münih’e işçi giden bunca insanı hatırlayınca, inanırım. Peki onu hiç yurt dışına götürdün mü?”

“Yok”, dedi Hrant, “zaten ben pasaport alamıyorum”.

“O da niye? Agos’u çıkarıyorsun diye mi sakın?”

“Yok. Hani, sen beni ilk tanıdığında kumarcı kardeşimin batırdığı işleri temizliyordum hatırlarsan. Kerata birara Lübnan’a sarmıştı. Oradan matbaa malzemeleri getirip getirip satıyor, onunla kumar oynuyordu. Bir sabah babam uyandırdı, kalk polisler seni istiyor, dedi. Merkeze gittik, senin kardeşin ASALA  militanı mı, diye sordular. O zamanlar yıl 1980, üç yılda bir çıkış yapılabiliyor, kerata rahat gidip gelebilmek için sahte Lübnan pasaportu çıkarmış”

“Ohh, yediniz ayvayı!”

“Yedik. Ama nasıl haberleri oluyor biliyor musun? Kerata Lübnan’da bir herife kumar borcu takmış. Herif bunun arkasından mektup yazmış nişanlısının adresine, tehdit etmiş. Cevap falan çıkmayınca bi mektup da Emniyet’e yazıyor mu! Bu adam ASALA militanıdır, bilmiş olun, diyor. Polis yakalayıp götürüyor, sabah da beni alıyorlar”

“Nasıl kurtardın yakayı? Sahte pasaport da varken, kolay iş değil!”.

“Nişanlısına telefon etmeyi akıl ettim hemen. Mektubu getirttim. Durum ortaya çıktı. Bir süre sonra bıraktılar. Ama, bitmedi. Tuzla’daki Ermeni yetimhanesinin müdürü arkadaşımdı. Yetimhanenin işlerine resmi makamlar karışıyor diye sen kalk, İçişleri Bakanlığına zehir zemberek bir mektup döşen! Herifi tutukladılar.

Tabii gittim, avukat tuttum, görüşüne gittim, falan. Tahliye edilince kendisine yurt dışına çıkma yasağı koydular. Bigün telefon etti, yasağı kalkmış, pasaport alabilmiş, yurt dışına gidiyormuş. Gittim, arabayla bavulunu aldım, Yeşilköy’den yolcu ettim. Bir de ordan mimlendik”.

“Niye birader? Almış ya pasaportu”.

“Almış da, artık nasıl aldıysa, herhalde o biçim almış. Bu sefer bana pasaport yasağı koydular. Dava açtım, İçişleri Bakanlığı cevap verdi, mahkemeye bir dosya gönderdi, üzerinde ‘Sadece hakim okuyabilir, davacı ve avukatına gösterilemez’ diye kayıt var. Neyse, burası Türkiye, öğrendik ki bu iki olay varmış dosyada.

Ama bu arada mahkeme aleyhimize karar verdi. O kadar söyleyen oldu, İnsanHakları Komisyonuna başvur dediler, başvurmadım. Başvurmayacağım da”.

“O niye? Herkes çatır çatır kazanıyor, tazminat da alıyorlar. Hele bundan sonra!”Rakel, yüzünde incecik tebessümü, incecik endamını yine doğrulttu masadan. Bu sefer de cevizli kabak tatlısıyla döndü.

“Yok” dedi yine Hrant. “Başvurmam. Bu memlekette halledersem hallederim, yoksa yapmam”.

“Sebebi nedir, daha fazla takarlar diye mi?”

“Yok” dedi Hrant. “Bu adamlar tarihte bizim cemaatın ağzına çok sıçtı. Benim dedelerim bu insanlara çok yalvarmışlar, çok vaat almışlar, hep sonunda terkedilmişler. Ben yalvarmayacağım. Burada yaparsam yaparım. Bu adamların kapısına gitmeyeceğim. Memleketimde halledersem ederim”.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı