26 Temmuz’da Sarkisyan’ın ağzından Hürriyet manşeti: “Karabağ’ı biz aldık, Ağrı’yı size bıraktık”. Aynı gün Dışişleri kınadı. Ertesi gün Erdoğan özür talep etti. Erdoğan’a şaşmadım da, Dışişleri’ne çok şaşırdım. Çünkü manşet tamamen Hürriyet’in yorumuydu. Agos, 29 Temmuz’da Sarkisyan’ın sözlerini tam yayınladı. Bir öğrenci soruyor: “Ararat’la [Ağrı Dağı] birlikte bize Batı Ermenistan’ı [Doğu Anadolu’yu] geri getirecek bir gelecek bizi bekliyor mu?”
Okuduğunu tersinden anlamak
Elifi elifine, TC Milli Eğitim Bakanlığı ’nın “Erivan şubesi” tarafından yetiştirilmiş öğrenci söylemi. Sarkisyan’dan cevap: “1990’ların başında vatanımızın bir parçası olan Karabağ’ı düşmanın elinden kurtarmak kaçınılmaz görevimizdi. Söylemek istediğim, her neslin kendisine ait bir sorumluluğu ve bu görevini en iyi biçimde başarmak zorunda olduğudur. Şayet sen ve akranların çabalarını ve şevkini esirgemezse… dünyanın en müreffeh memleketlerinden birisine sahip olacağımıza inanmalısın. Emin ol ki, çoğu durumda ülkelerin etkinliği yüzölçümleriyle değerlendirilmez. Bir ülkenin güçlü, tanınmış ve medeni milletlerin yanında yer alabilmesi için o ülkenin çağdaş olması, güvenlikli ve müreffeh olması, olmazsa olmaz şartlardır.”
Şimdi, içinde “Ağrı”nın A’sı geçmeyen bu sözleri, “Bizim neslin görevi Karabağ’ı kurtarmaktı, sizin neslin görevi ülkeyi güçlendirmektir” biçiminde değil de, “Ağrı’yı da siz alacaksınız” biçiminde anlamak nasıl bir kafanın mahsulü? Tabii, yıllar yılı “Topraklarımızda gözü var. Soykırımı tanıma, tazminat, toprak! Üç T!” diye ezberletirlerse bize, okuduğumuzu Dışişleri bile böyle anlar. Galiba, iki şey bilinse çok şey aydınlanır.
1) Herkesin bir Lozan’ı, bir de Sevr’i vardır. Ermenistan’ın Lozan’ı, 22 Kasım 1920’de Wilson’un çizdiği, Trabzon’dan Hakkari’ye uzanan bölgeyi Ermenistan’a bırakan sınırdır. Ermenistan’ın Sevr’i ise, Taner Akçam’ın da hatırlattığı gibi, Sovyetlerin 1 Mart 1921 Moskova Antlaşması md. 15’le Ermenistan’a (aslında, üç Kafkas ülkesine) kabul ettirdiği, bugünkü sınırı çizen 13 Ekim 1921 Kars Antlaşması’dır (bkz. bizim TDP, Cilt I, s. 173-175).
Bilmeliyiz ki, 74 milyonluk Türkiye karşısında nüfusu 3,4 milyondan 2,5 milyona inmekte olan, onca mafya, muhalefet ve diasporayla uğraşan Ermenistan, “Evet efendim, Kars’ı tanıyoruz” diye açıkça ilan ederek, olmayan politikası için “yoktur” demeyi aşağılayıcı bulmaktadır. Bunu anlamak iki açıdan çok kolay: 1) Bu insanlar, aynen bizim gibi, Avrasya tipi bir gurur anlayışına sahip, 2) Biz kendi Sevr’imizi tarihe ebediyen gömdüğümüz halde, bugün tosun gibi bir Sevr Paranoyası sahibiyiz.
“Toprak talebimiz asla yoktur”
2) Ermenistan, “sınırı tanıyorum”u dolaylı olarak durmadan söyledi. İlk başkan Ter Petrosyan zamanında “İki devlet karşılıklı uluslararası sözleşmeleri tanır ve yükümlülüklerini kabul eder”i önerdi. İkinci başkan Koçaryan 11 Nisan 2005’te “Asla toprak talebi ileri sürmedik” dedi (http://www.ntvmsnbc.com/news/318446.asp). Dışişleri bakan yardımcısı Kirakossian’ın Zaman’a demeci: “Kars Antlaşması’nı tanımadığımızı kim söyledi?” (24.04.06). Üçüncü (şimdiki) başkan Sarkisyan’ın Milliyet’e demeci: “Toprak iddiasına çok şaşırıyorum. Kesinlikle hiçbir Ermeni yetkili böyle bir açıklama yapmadı” (21.09.08). Zaten Ermenistan, tüm ruhu “sınırların dokunulmazlığı” olan AGİT’i 1992’de imzalamıştı. Aynı şeyleri bendeniz 2005’te Erivan’daki bir konferansta Koçaryan ve Oskanyan’ın ağzından kendi kulaklarımla dinledim. Malum; uluslararası hukuk ve teamülde cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanlarının demeçleri devleti bağlar.
Hepsini bırakın, Sarkisyan, sınırı tanıdıklarını resmen de kabul etti. Nerede mi? 10 Ekim 2009’da İsviçre’de imzaladığımız (ama Türkiye’yi bin kere satmış Azerbaycan gibi bir ülkenin enerji şantajı yüzünden – bkz. R-2 yazım, 17.05.09) hâlâ onaylamadığımız protokollerin ikincisinde. Hatırlarsanız, bunların birincisiyle diplomatik ilişki kuruluyor, ikincisiyle de ortak sınırın açılması ve ilişkilerin geliştirilmesi kararlaştırılıyordu (bkz. R-2 yazım, 07.02.10).
Bilgi olmayıp da milliyetçilik olunca, içinizde ne varsa boşaltmak mümkün. Mesela, “Kahramanmaraş Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği” başkanı “Sarkisyan ve onun gibiler yayılmacı, işkenceci ve katliamcı bir kültürden gelmektedirler” dedi. Ermeni halkını sevdiklerini de ekledi ve aynen şöyle izah etti: “Çünkü onlar yüzyıllarca Millet-i Sadıka olmuşlardır” (www.marasgundem.com). Onunki fevkalade normal de, zaman zaman ağzından çok doğru şeyler de çıkabilen Bülent Arınç bu sefer ciddi bir ayıp etti: “Zamanında aç kalmışlardı da Türkiye’den buğday göndermiştik. Akıllarını başlarına alsınlar” (Zaman, 28.07.11).
Korku bağımlılığı
İki olasılık: Ya Türkiye Ermenistan’dan korkuyor yahut korku atmosferi bazılarının çok işine geliyor. Siz seçin. Ama Sarkisyan’ın o süt yerine milliyetçilik emzirilmiş çocuğa ne dediği çok açık. Diasporaya rağmen o kadar ödün vererek yaptığı protokoller elinde patlamış bir politikacı, böyle geçiştirmeyip de, “Evladım, vatandaşlar sürekli dışarı kaçıyor; biz kendi toprağımızı zor yönetiyoruz” mu diyecekti? “Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür” sözünü biraz hatırlamak lazım. En az iki konuda.
1) Ermenistan, soydaşlarını korumak için Karabağ’ı işgal etti, tamam. Biz Kıbrıs’ı ne yaptık? Üstelik Kıbrıs’ın yüzde 18’i Türk idi, Karabağ’ın yüzde 80’i Ermeni. 2) İsmet Bozdağ’ın “Atatürk’ün Sofrası” (s. 127-143) ilginç bir kareyi aktarıyor. 1933’teki 10. Yıl Balosunda, “ulusuna babadan oğula geçecek uzun dönemli bir ideal aşılamadığı”ndan şikayet eden genç doktora Ata’nın cevabı: Sovyetler bir gün parçalanabilir. O zaman elinden kaçacak olan Türkler olacaktır. O güne hazır olmak gerekir. Hazırlık da dil ve tarih gibi köprüleri sağlam tutarak olur. Dil ve tarih encümenlerini bunun için kuruyoruz.
Not: Askeri vesayetin bitmesi galiba PKK’nın işine gelmedi. Öldürmeleri artırıyor. Gelinim, sen de bir türlü sevinemedin dört istifaya; sana da söylüyorum.