Baskın Oran

Günahım kadar sevmediğim N. Erbakan’ın haklılığına dair

Yazacak neler var. Sağlık Bakanlığına militan MHP’lileri doldurunca aldığı tepkiyi, “hava sıcak” diye tatil ilan ettirip unutturmayı deneyen Bakan Durmuş’u mu yazayım? Bir yandan kendini, bir yandan kendi kurumunu, bir yandan da cumhurbaşkanını berbat duruma sokan YÖK Başkanını mı? Ermenistan’dan davet edilenlerin sınırdışı edilmesi rezaletini Dışişleri’ne fatura etme becerisini gösterenleri mi? Yaz babam yaz.

Ama oğlum Baskın, sen gazeteci değilsin; istesen de olamazsın. Hiç çabalama, sen sadece hocasın. Sen yine titre, kendine dön, güncel bir olaydan çıkarak meselenin teorik yönünü anlaşılabilir bir dille anlat; isteyen anlar, istemeyen anlamaz.

* * *

Evvelâ, mahkûmiyete yol açan sözler:

“Ülkenin evlâtları asırlar boyu mektebe başlarken besmeleyle başladığı halde siz geldiniz bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine? ‘Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’. E… sen bunu söyleyince öbür taraftan da Kürt kökenli bir Müslüman evlâdı ‘Ya, öyle mi, ben de Kürd’üm, daha doğruyum, daha çalışkanım’ deme hakkını kazandı”.

İlk cümle, benim aile terbiyemin kaldıracağı sınırları fazlasıyla zorluyor. Yok, bir de kaldırmayacaklardı! Ulus-devlette çocuğu okula besmeleyle başlatmaya devam edeceklerdi! Hadi yine kendimi tutup, babam 1890 doğumlu Hüseyin Ekrem beyin fena halde sinirlendiği zamanlar homurdandığıyla yetineyim: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâ veleyhül azim!

Ama ikinci cümle yüzde yüz haklı. Çağdaş üsluba tercüme edersek diyor ki:

Çok etnik gruplu bir toplumda, bu etnik gruplardan üstün olan birisi, kendi alt-kimliğini topluma üst-kimlik olarak empoze ederse, ikincil bir milliyetçiliğin (yani, kendi başına bir belânın) ortaya çıkmasına sebep olur! (DPT’nin hazırladığı Kopenhag Kriterleri raporuna Dışişleri Bakanlığının çok anlamlı ve çok çağdaş katkısı da zaten esas olarak bu uyarıdan ibaretti!)

Saniyen (yani, ikinci olarak), gelelim “suç”un gerekçesine: “… Anayasa’nın 66. maddesi hükmüne göre devlete vatandaşlık bağıyla bağlı herkesin Türk olduğunu, bu nedenle Türk sözünün ırkı değil vatandaşlığı ifade ettiğini bilmesine karşın…”

Haa, orada biraz duralım. Bu iş o kadar basit değil. Dahası, doğru da değil. Çünkü “Türk” sözcüğü 1 anlama değil, tam 3 anlama gelir ve üçüncüsü diğer ikisinin başına derttir:

1) Yargıtay’ın da dediği gibi, bir vatandaşlık bağı, 2) Yargıtay’ın da imâ ettiği gibi, bir millet adı (yani bir üst-kimlik); 3) Ama bir de, bir soy’un adı. Orta Asya kökenli bir etnik grubun adı. Yani, bir alt-kimlik.

* * *`

Daha önce “alt-kimlik”, “üst-kimlik”, bunları konuşmuş muyduk? Hayır ise, iki saniye müsaade buyurun; işleri basitleştirmek için yalnızca konumuz özelinde anlatayım:

Ne kadar çok unsurlu olursa olsun, her toplumda mutlaka bir üst-kimlik olmak zorundadır, yoksa toplum olmaz anarşi olur. Bu üst-kimliği toplumun başat grubu belirler; bu da allahın emridir.

Ama, keyfi nasıl isterse öyle değil. Bu üst-kimlik bütün alt-kimlikleri (yani, bütün etnik grupları) kapsayıcı olmak zorundadır (İşte, Dışişleri’nin “Kapsayıcı Anayasal Vatandaşlık” deyimi buradan geliyor!).

Örneğin  Fransa’da “Franc” diye bir alt-kimlik yoktur. İngiltere’de devletin adı “Büyük Britanya”dır. ABD’de üst-kimlik bir kıtanın adını taşır. İspanya’da “İspanyol” diye bir etnik grup bulunmaz. Yani, bu üst-kimlikler teritoryaldir. Etnik gruba değil, ülke toprağına gönderme yapar.

72,5 milleti (Türk, Rum, Kürt, Çerkeş, Ermeni, Arnavut…) bir hanedan ismi altında toplayan Osmanlı’dan sonra, aynı 72,5 milleti içermeye devam eden Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman, varsayılan milletin adı (M. Kemal’in bütün Kurtuluş Savaşı içinde söylediği gibi Türkiye Milleti değil de –benim Atatürk Milliyetçiliği kitabımın 343a dipnotuna bakınız-,) “Türk Milleti” konduğu için sorun çıktı. Çünkü “Türk” bu milleti oluşturduğu varsayılan etnik grupların  (en önemlisinin ama,) yalnızca bir tanesinin adıydı.

Yani, teorik olarak tekrarlamak gerekirse, bir alt-kimliğin adı aynı zamanda bir üst-kimlik haline sokulmuştu. İşte bu olamaz. (Fakat, T. Özal gibi cahil cühelalık edip de “Meselâ, Anadolu Cumhuriyeti diyelim” diyenlere şunu da öğretmek isterim ki, Avrupa haritalarında 14. Yüzyıldan bu yana bu ülkenin adı ya Turchia’dır, ya Turquie’dir, yada Turkey; yani Türkiye!).

Böyle yapılırsa, diğer etnik gruplar en azından potansiyel olarak yabancılaştırılır. Ulusal birlik sabote edilmiş olur. Çünkü bu etnik gruplar kendilerini “Türk” olarak adlandırmazlar. Çünkü Türkler de onlara “Türk” demezler, herşeyden önce! Hiç, siz bir Rum’a, Ermeni’ye, bir Musevi’ye “Türk” dediğimizi duydunuz mu; “vatandaş” deriz onlara! Bir Kürt de “Ben Kürd’üm” dediği andan itibaren artık ona Türk demek anlamsızdır, hatta ulusal birliğe zararlıdır.

Bakın, anlamak istemeyen acaba şöyle anlatsam anlarlar mı: Yunanlılar, Batı Trakya’daki Türklere “Müslüman Helen” dedikleri zaman biz neler hissediyoruz?

Günahım kadar sevmediğim, başkalarına haksızlık yapılırken kılı kıpırdamayan bir Necmettin Erbakan’ı niye savunuyorum, niye aldığı ceza haksızdır, biraz anlatabildim mi acaba?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı