Baskın Oran

Gümüşlük’te bir “başka” festival

Kahvaltı yapıyoruz, bi davul-zurna! Balkona çıktık, deve geliyor! ‘Doğma büyüme Bodrumlu’ Feyhan teşhisini yapıştırıyor: “Çeyiz gidiyor, çeyiz! Bodrum usulü! Şimdi bu bohçalar gelinin evinde günlerce sergilenir, sen de gidip hediyeni bırakırsın.”

Devemiz gelinler gibi süslenmiş, yüklenmiş, yetmemiş, akraba kızlar fiyonklu paketleri sırtlamışlar. Erkekler ise koltuk kabarta kabarta “erkek aslan” rolünde, Harmandalı’yla geçmekteler. Damlasını dökmeden elden ele dolaştırdıkları “aslan sütü” kadehleriyle!

Gel de kıskanma!

Akşamüstü yine Paşatarlası Plajı’nda yani Metin Beach’teyiz. Can da yanımdaki şezlongda. Güneşin altında yatıp azıcık uyuma saatimdir, ama birtakım cıvıldaşmalar uyandırıyor: “Ayy, pardon, siz Can Dündar Bey değil misiniz, birlikte bi resim çektirebilir miyiiiz?

Bu Can Efendi yazın başından beri mecburi izne çıkarılmıştır, atılınca kıymete bindi. Ben 1971 ve 80’de kaç defa atıldım üniversiteden, hiç böyle kızlar mızlar gelip resim çektirmedilerdi. İşin matrak tarafıı, bunları gören yabancı bir turist de zuhur etti, “Herkes sizinle çektiriyor, kimsiniz merak ettim, ben de çektireyim” diyor İngilizce. Hemen müdahale ediyorum artık, “Ben menajeriyim. Makbuz kesiyorum. Foto için 20 dolar rica edeyim!”. Adam bi gitti geldi, o kadar olur.

Doktor zoruyla yüzme saatim. Can sonradan anlatıyor, adam gitmemiş, “Türkiye’den ev almak istiyoruz, sizce Kuşadası’ndan mı alayım Bodrum’dan mı?” demiş. Ben orada olacaktım, bi 100 dolar da emlak danışmanlığından, şak!…

Son olarak bir kadın geldi, Can’ın kucağında küçük köpekleri Tarçın, atılıyorum: “Çocukları olmadı ya, bunu barınaktan aldılar”. Kadıncağız şaşırıyor ama yutmuyor tabii, “Ama sizin bir oğlunuz var, di mi?” Ege’yi de o gün taze kovmuşlar Milliyet’ten. “Onu da attılar bugün” diyor Can. Kadın gittikten sonra bana dönüyor, “Çok merak ediyorum bizim oğlan ileride ne diyecek. 18’imde gazeteciliğe başladım, 18,5 yaşında kovuldum mu diyecek…” Buca’daki tarihî Forbes Köşkü’nün ana kapısı üstünde üç satırlık bir İngilizce levha vardır, teselli makamından onu okuyorum: “Built (yapım): 1908. Burnt (yanış): 1909. Rebuilt (yeniden yapım): 1910”.  Üçüncü satır da yazılır sonra, merak etme, diyorum.

Gümüşlük maceramız…

Bodrum’un en bakir, en sakin, en özgün yeri Gümüşlük. Bunu da acayip bir sebebe borçlu olduğumuz anlatılır: 12 Eylül’ün beşibiyerde paşalarından Nurettin Ersin’in burada evi varmış, bir sürü şeyin yanı sıra müzik çalmayı da yasaklamış, 80’lerin ortalarından sonra birdenbire moda olup saldırıya uğrayan yarımadada Gümüşlük Bodrum’un o bangır bangır vaziyetinden böyle kurtulmuş. Zaten sonrasında da sit alanı ilan ediliyor. Çivi çakmak, tüple dalış yapmak yasak. Çünkü bu antik Mindos’ta çomakla toprağı eşeleseniz, yarı belinize kadar denize girseniz, sütun parçasına toslarsınız. Zaten kıyıdan 100 metre ötedeki Tavşan Adası’na, bir zamanlar depremde çökmüş antik yolda yürüyerek ulaşmaktasınızdır.

Gerçi, otoparktan çıkıp denize varınca sağa yürürseniz, az ileride, cüzdanınızdaki paraların dönüşte ağırlık yapmaması için gereken tedabiri almış bir lokanta vardır, orası son yıllarda rahatsızlık verici bir volümde ‘müzik’ çalmaya yeltenmektedir, ama Gümüşlük yine de “kurtarılmış bölge”dir. Her yaz kalabalık seyreldikten sonra gidip mimar arkadaşımız Tevfik’in kıyıdaki bungalovlarında bir iki gün kalır ve “gürültü detoksu” oluruz, üzerinize afiyet.

Artık tam vakt-i kerahettir, Nazmi’de masamız kurulmuştur, yanımızda sular şıpır şıpırdır, İzmir’den çocukluk arkadaşım Hüseyin karşımda oturmaktadır, o bana telefonda “Üstad-ı âzam” der, ben ona “Hz. Hüseyin”, tam birbirimizin kadehine ayran-su-buz koyma yarışına girişmişizdir, aman Allah, çitin ötesinden korkunç volümde bir hoparlör: “Büyük ses sanatçısı Muazzez Akaaaay, belediye başkanımızın davetlisi olaraaak, bu mutlu gecede bizlerle birlikteeee!…

Amanın, Gümüşlük’te bu ne? Hüseyin, berbat: “Bugünün 30 Ağustos olduğunu söylemeyi unuttum sana telefonda. Seçimler geliyor ya, belediye başkanı bu sene bir de Müşerref Akay’ı getirtmiş. Aslında benim de sonradan haberim oldu…

Müşerref Tezcan / Akay. Bir Kıbrıs filminde Rumlar tecavüz edecekken kurtarılıyor ve Türk bayrağına sarılmış vaziyette şarkı söylemeye başlıyor: “Düşmanlarım mert değil hepsi de namert / Türk`e Türk`den başka yoktur dost nimet”. 12 Eylül sonrası TRT’den durmaksızın çalınan (ve askerî cezaevlerinde işkence yapılırken dinletilen) bu eserin nakaratı da:  “Türkiyem Türkiyem Cennetim, Benim Eşsiz Milletim”. Türk bayrağından bir kıyafetle gözüktüğü karikatürü Gırgır’a kapak olunca, dergi 1981’de 1 ay kapatılmıştı. Ulan Hz. Hüseyin, sen asıl Kerbela’yı benden bekle artık. Kalkıp bakıyoruz, seyircilere küçük Türk bayrakları dağıtılmakta, hoparlör fayrapta: “Şanlı İstiklal Harbimiziiiin, mübarek şehitlerimiziiiin…”, tabii, arkasından, “Yurdumuza kasteden hain düşmanlarııııın korkunç mezalimleriiiii!…” Tavşan Adası’ndan havai fişekler. Yanımdaki Hüseyin’e bağırarak duyuruyorum: “Kim bu belediye başkanı?” Cevap: “DP’den Mehmet Tire. Dargeçit eski jandarma komutanı. Bura doğumlu”.

Belediye başkanımız

İsmi hatırladım. Cebi açıp Chrome’a bakıyorum: “Cumartesi Anneleri’nin sembol davalarından olan, Mardin Dargeçit’te 1995 yılında jandarmalarca gözaltına alınan yedi gencin kaybedilmesi, Süleyman Seyhan adlı yetişkinin cesedinin de altı ay sonra bir kuyuda yanmış ve kafası ayrılmış halde bulunması olayına ilişkin olarak 17 yıl sonra dava açılması için fezleke düzenlendi. Zincirleme bir vahşeti ortaya çıkaran fezleke suçlu olarak ‘jandarma’yı işaret etti.”  

Eşi Hatice’ye “Komutan Tire’nin emriyle alındı, öldürüp boş kuyulara atıldı” diyen Uzman Çavuş Bilal Batırır da ceset bulunduktan iki gün sonra yok oluyor. Hatice dişli çıkıyor, suç duyurusu yapıyor. Bölük komutanı Mehmet Tire’ye gitmiş, ondan “Gerekli yerlere baktık, işimiz gücümüz var. Sen iyisi çocuklarını al, babanın evine dön” cevabını almış (İsmail Saymaz, Radikal, 16.02.2012). Tire’nin kendini savunmasına da baktım: “O tarihlerde ben Dargeçit’te değildim, hava değişimi almıştım.” diyor. Bu gece Gümüşlük’ün tadı kaçtı artık; sonra geliriz.

8 Eylül 2013 tarihli internet siteleri “Belediye Başkanı Mehmet Tire AKP’ye geçti” diye yazıyor…

Not: Fethiye Çetin’in “Utanç Duyuyorum”u muazzam bir kitap. Duygu dolu bir roman gibi okunuyor ama sapına kadar bilimsel ve belgesel. Bravo doğrusu. Olayı bilen-bilmeyen için artık demirbaştır.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı