“Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için, önce, jenosit yaptığını kabul etmesi lazımdır!” cümlesine plak gibi takılan Ermeni diyasporası mensuplarıyla sıkı bir didişme yaşadığımız Venedik’ten dün geceyarısından sonra döndük. Üstelik, aralarında bir de İsrailli Yahudi profesör vardı ki, evlere şenlik, size bunları başka bir yazıda anlatmalıyım.
Dönmez olaydık; bir de baktık ki orası cennetmiş! Adamlar hiç olmazsa fiziksel olarak saldırmıyorlar, efendi gibi plak döndürüyorlar. Burada GONGO’lar etrafı sarmış, kağıtlara saldırıyorlar! Yarın öbürgün, görürsünüz, insanlara saldıracaklar.
***
Bugün (salı) Mülkiye dördüncü sınıftaki son saat dersimi Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporunun öyküsüne ayırdım. Önce olayı özetledim, sonra soruları yanıtladım.
Tam, İnsan Hakları Danışma Kurulunun (İHDK) üçlü kompozisyonunu anlatıyorum ve insan haklarına en büyük darbeyi Kurul’daki devlet memurlarının değil, kendine “sivil toplum örgütü” diyen kimi “dernek”lerin vurduğunu söylüyorum; askerden yeni gelen Dr. Kerem Altıparmak sözü aldı. İdare hukukçusu olduğu için insan haklarıyla çok yakından ilgilenen Kerem’in adını bundan sonra gittikçe daha çok duyacaksınız, şöyle dedi:
“Hocam, bunlar uluslararası literatürde GONGO diye geçiyor. Yani, “Government Orrganized NGO”nun (Hükümet yönelimli hükümet dışı örgütler) kısaltılmışı”
Bingo! Ben bu türden “NGO”ları iyi tanırım. Batılı birçok ülkede de vardır. Bunlar gelirler, sivil toplum örgütlerinin ağırlıklı olduğu uluslararası toplantılarda dikkatli bir üslupla kendi devletlerini savunurlar. Bunları K.Irak’ta da çok gördük, tanıdık.
Yalnız, tabii ki artık o kadar gelişmişlik farkı olacak, bizim bu GONGO’lar Batıdakilerden biraz farklı. Bunların görevi Türkiye’nin çıkarlarını uluslararası ortamda savunmak değil, bizzat Türkiye’nin içinde insan hakları gelişmelerini bastırmak! Dikkatli bir üslupla falan değil, bir basın toplantısı basıp sabote ederek ve başka bir basın toplantısında kağıtları bir bozkurt gibi kapıp, yırtıp atarak.
Susurlukçu Çatlı’nın arkadaşı olduğu ortaya çıkan Kamu-Sen Genel Sekreteri Fahrettin Yokuş’un TV kameralarının önünde yaptığı gibi.
Daha önce, 22 Ekim’de Rapor resmen açıklanırken, “Toplumsal Düşünce Derneği” Genel Başkanı Fethi Bolayır’ın basın toplantısını basıp, rapor yazarlarını “vatana ihanet”le bar bar bağırarak suçlayıp ortalığı birbirine katması gibi. Yine TV kameralarının önünde!
Bir de, derneğin adından gel! Rapor’un yazarları hakkında Cumhuriyet Savcılığına fikir suçu duyurusunda bulunan kişi işte bu dernek başkanı! İnanılacak gibi değil, ama öyle. İHDK üyesi! Türkiye’de insan haklarını geliştirmekle görevli kurulun üyesi!
***
Şimdi, insan düşünmez mi, bunlar basın toplantısında fikirlerini açıklayan insanlara saldırıyı TV kameralarının önünde gerçekleştiriyorlarsa, kapalı toplantılarda neler yapmazlar diye?
Yapıyorlar, nitekim. Bunlar bizim Rapor’un oylanmasını “Yeterince görüşülmemiştir, devletin parçalanmasına izin veremeyiz!” diye tam 1,5 yıl geciktirdiler. Sonunda, oylamayı engelleyemeyince, şimdi de kaba kuvvet kullanıyorlar.
Toplantıları sadece sabote etseler, şükredeceğiz. Oturumlara da gelmiyorlar ve sonra ortalığı birbirine katıyorlar: “Bu Rapor azınlıkta kalmış üyelerce çıkartılmıştır! Bizim rızamız yoktur!”
Örneğin, Kamu-Sen’li Fahrettin Yokuş’un yanında fotoğraf veren diğer önemli kişi, yani Abdullah Buksur İHDK’nın hiçbir, tekrar ediyorum, hiçbir toplantısına gelmedi. Ben bu zatın yüzünü şimdiye kadar hiç görmedim! Oysa, 13 çalışma grubunun 13’üne de adını yazdırtmıştı…
***
Son bir yıl içinde İHDK’ya bir biçimde dahil edilen bu GONGO’ların temel hedefi, şimdilik İHDK’yı çalıştırmamak. Son yıl içinde bunlar Kurul’a kepçeyle dolduruldu. Bu “nev zuhur” kuruluşların içinde, örneğin, savcılığa fikir suçu duyurusunda bulunan “Toplumsal Düşünce Derneği” ilk genel kurulunu Nisan 2001’de yapmış…
Adları da bir acayip. Örneğin “Hukukun Egemenliği Derneği”!. Örneğin “Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği”! İnsan haklarının bir numaralı niteliği evrensellik iken, sadece Türk Dünyası’nın insan hakları nasıl oluyor acaba?
***
Yurt dışında aşırı Ermeni milliyetçileriyle, yurt içinde aşırı Türk milliyetçileriyle uğraşıyoruz. İşimiz ne?
Hangisini tercih edersin derseniz, söyledim zaten: Bunların hepsi bir; ben fiziksel olarak saldırmayanını yeğliyorum…