Fener Rum Patriği Vartholomeos (B, V okunur), her altı ayda bir değişen 12 metropolitten oluşan ruhani meclis Sen Sinod’a bu sefer Türk yurttaşı olmayan 6 rahip atadı.
S.Gökçen olayındaki gibi, derhal hücum başladı. Patrik yakında hain ilan edilmezse şaşarım. Çünkü gazetelerde yazılmadık ne Lozan’ın yok sayılmasına göz yumulduğu kaldı, ne bütün TC yönetiminin yabancıların eline geçeceği, ne bundan sonraki adımın İstanbul’da hilafet makamı olacağı! Olayın “postmodern Sevr” olarak ilanı da ihmal edilmedi (4, 6, 7 Nisan 2004 tarihli gazeteler).
Oysa, Patrik’e madalya vermemiz gerekir. Merakınızı hemen gidereceğim. Ama olay bir hukuk olayı olduğundan, önce o açıdan inceleyelim.
* * *
1) Atamada, Lozan’a aykırılık yoktur. Çünkü Lozan’da, Patrikhane’den tek kelime geçmez. Bunu milletçe galiba nihayet öğrenebildik ama, şimdi de oturum tutanaklarına merak sardık. Bakalım:
İsmet Paşa’nın Lozan’da Patrikhane konusunu noktalayan sözleri tutanağa şöyle geçmiştir: “İsmet Paşa, Patrikliğin siyasal ya da yönetime ilişkin işlerle bundan böyle hiç uğraşmayacağı, yalnız salt din alanına giren işlerle yetineceği konusunda, Konferans önünde, Müttefik Temsilci Heyetlerinin ve Yunan Temsilci Heyetinin yapmış oldukları resmî konuşmaları ve verdikleri garantileri senet saymaktadır”. (10.01.1923; Meray çevirisi, cilt 1, s.331).
Patrik’in ruhani meclis atamalarını “salt din alanına giren” konu saymıyorsak, başka. Yalnız, o zaman, Ortodoks ilahiyatına da karışma hakkımız olduğunu ilan etmemiz gerekecek.
2) Atamada, Lozan-dışı düzenlemelere de aykırılık yoktur. Patrik’in Sen Sinod’a yaptığı atamaları düzenleyen herhangi bir yasa, yönetmelik vb. bulunmamaktadır. Zaten, Patrikhane’ye ilişkin idari düzenleme olarak bilinen iki belge vardır:
- a) 6 Aralık 1923 t. ve 1092 s. İstanbul Valiliği Tezkeresi: Bunun bilinen metni şöyledir: “İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi Sen Sinodu’na, Türkiye dahilinde gerçekleştirilecek dinî ve ruhani seçimlerde, katılacak adayların Türkiye vatandaşı ve seçim sırasında Türkiye dahilinde görevli olmaları gerekmektedir. Bu şartlar seçilecek kişi için de geçerlidir. İstanbul Valisi adına yardımcısı Fahrettin” (bkz. Y.Benlisoy, E.Macar, Patrikhanesi, s.50).
Yani, tezkere Sen Sinod üyeleri atamasıyla değil, patrik seçimiyle ilgilidir. Patrikler, ömür boyu kaydıyla Sen Sinod tarafından seçilmekte; seçildikten sonra da bu ruhani meclisin üyesi metropolitleri atamaktadırlar.
- b) 25 Mayıs 1970 t. İstanbul Valiliği Tezkeresi: Patriklik makamının boşalması durumunda her metropolit aday olabilecek, üç üyeden oluşan bir metropolitler kurulu bunların listesini Valiliğe bildirecek, Valilik istediği adayı çizecek, geri kalan adaylar “güvenilir ve geleneklere uygun olarak gerekli vasıf ve yeteneklere sahip ve mutlaka Türk vatandaşı” olmak koşuluyla noter huzurunda yapılacak oylamayla seçileceklerdir. Yani, bu da Sen Sinod üyelerinin atanmasıyla değil, Patrik seçimiyle ilgili.
Bir de, Osmanlı’dan kalma 1862 tarihli “Rum Patrikliği Nizamatı” (bkz. F.Patrikhanesi, s.71-107) var ki, bugünkü usullerin kökenini oluşturuyor: Metropolitlerin hazırladığı aday listesinden Babıali istemediklerini çiziyor, yine bu Nizamat’la kurulan bir ruhani-laik karma meclise gönderiyor, bu karma meclis üç aday belirliyor ve patrik bunların arasından Sen Sinod oylamasıyla seçiliyor. Babıali de onaylıyor. Yani, Nizamat’da Sen Sinod üyelerinin uyrukluğuyla ilgili bir koşul yok.
Ama, “Cemaat-i Metropolidan” diye söz edilen bu kurulun dinsel işlerine müdahale edilmemesi var: “Hükümet-i ruhaniyesine dair hukuk ve umuruna hariçten bir ferdin müdahalesi tecviz olunmayacaktır”.
* * *
Hukuksal durum böyle. Bir de siyasal duruma bakalım:
Patrik, TC vatandaşlığı koşulu bulunmayan bu atamaları yaparken resmî makamları atlamamıştır.
70.000.000’luk Türkiye’de artık yalnızca 1470 küsur Rum kalmıştır. Kelaynaklardan az. Tabii, büyük bir rahip sıkıntısı vardır. Üstelik, Heybeliada Ruhban Okulu 1971’den beri kapalıdır. Patrikhane hukuk danışmanının İçiçleri’ne gönderdiği 05.03.2004 tarihli yazıya göre; 12 üyeli Sen Sinod’un iki üyesi ölmüştür, çok yaşlıların bazıları ağır hastadır. Patrikhane uzun zamandır Ankara’nın kapısını aşındırmakta ve resmen sönmekte olduğunu anlatmaktadır. Son olarak, Ağustos 2003’te Başbakanlık’a bir mektup göndermiş ama cevap alamamıştır. 20 Ocak 2004’te Başbakanlık’a yapılan ziyaretten de bir sonuç çıkmamıştır.
Bunun üzerine Patrikhane, kendine bağlı dünya Ortodoks kiliselerini temsilen 6 metropoliti ayda bir toplantılara katılmak üzere Sen Sinod’a atamıştır.
* * *
Şimdi gelelim madalyaya.
Madalya verilmelidir, çünkü Fener’in amaçları Türkiye’nin esenliğine bire bir uygundur. Bu atamalarla Fener’in yapmak istediği, çeşitli ülkelerdeki Ortodoksların desteğini alarak dünya Ortodoksluğunun iki önemli odağına karşı güçlenmektir: 1) 1991 sonrasında yükselen Moskova Patrikliği; 2) Ciddi biçimde sürtüştüğü Yunan Ortodoks Kilisesi. Tabii, bir yandan da, 1054’ten beri kopuk olduğu, dünya Katolikliğinin evrensel (katholikos) merkezi Papalık’la boy ölçüşüyor.
Fener, “Patrikhane’nin müktesep hakları baki kalmak şartı ile kayyumla ve lütfen”, Yunanistan’daki metropolitliklerin yönetimini Yunan Kilisesine 1928’de bırakmıştı (Girit ve o zaman İtalya’nın olan Onikiadalar’ınki hariç; yetki devri metni için bkz. F.Patrikhanesi, s.68-70). Bir de, şimdi bunları geri almak istiyor. Çünkü birkaç ay önce Yunanistan Kilisesi Başpiskoposu Hıristodulos, Fener’in yetki alanındaki bir metropoliti Patrik’in onayına sunmadan atamaya kalkıştı. (Hıristodulos, geçenlerde “Barbar Türkler AB’ye girmek istiyor” dediği için halen Yunanistan’da soruşturma geçiren kişidir –Sabah,05.12.2004).
Şimdi biz kalkıyoruz, Fener’in bu dinsel yetki mücadelesini hainlik ilan ediyoruz! Muhterem “milliyetçiler”imize sormak gerek:
1) Türkiye açısından; dünya Ortodoks rahiplerinin Beyrut’ta mı eğitim görmesi iyidir, Heybeliada’da mı?
2) Türkiye açısından; Moskova Patrikliğinin veya Yunanistan Başpiskoposluğunun mu dünya Ortodoksluğuna söz geçirmesi iyidir, yoksa öcü gibi korktuğumuz Ekümenik sıfatıyla Fener Patrikhanesinin mi?
Tabii, cevap malum: “Ya Fener Patrikhanesi devlet içinde devlet olur da Türkiye’yi yutarsa!”
Vallahi, kimse kusura bakmasın ama, ben hayatımda bundan daha aşağılık kompleksi kokan bir komplo teorisi işitmedim. Ortodoks ilahiyatında dünyevi otorite kavramı tarih boyunca yokken, Ortodoks patriklerinin kellesi tarihte önce Bizans sonra Osmanlı imparatorlarının iki dudağının arasına bakmışken, cemaati 1500’ü bulmayan Fener Patriği daha Yunanca konuşan Ortodokslara bile söz geçiremezken, vallahi pes.
Ne Sevr Paranoyasıymış beyahu! Fatih’in gerekçeleri bugün aynen geçerli hale geldiği bir sırada, kimi insanlarımıza neler yaptırıyor!