Baskın Oran

Esnaf yürüyüşünün aklıma düşürdükleri…

Sanırım Endurunî Vasıf’ındı ve galiba şöyleydi: “O gül endam bir al şâle bürünsün, yürüsün / Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün, yürüsün…” Esnaf yürüyüşünü duyunca aklım azıttı, nerelere gitti…

Geçen gün Ömer’le (Tarkan) ilgili enfes anektodu Melih de (Aşık) Milliyet’te yazdı: “Yahu”, demişler, “biz bütün Mülkiye boyunca devrim’in köylerden mi yoksa kentlerden mi başlayacağını tartıştık durduk, ama esnaf’tan başlayacağını tahmin edememişiz!” Birisi atılmış: “Üzülme yahu, bizzat Marx da edememişti!” E birader, espri oldu mu da böyle olmalı.

Ben şimdi size espri değil, bir gerçek anlatıvereyim: Mülkiye son sınıfta olmalıyım, mutlu bir rastlantıyla benim kulağıma gelmeyen bir yürüyüş yapılıyor, tüllap (Mülkiye’de öğrenciye öyle denir) Büyük Sanayi çarşısına, çırakları sömürüden kurtarmak için yürüyüşe gidiyor.

Sonuç: Çıraklar, “Vurun lan şu komonis itlere!” diye çığlığı basan ustalarının emri üzerine, alıyorlar demir çubukları ellerine, Allah yarattı demeden basıyorlar sopayı bizim çocuklara. Sömürüden kurtaracakları çırakların elinden nasıl kaçtıklarını bilemiyor bizimkiler. En fazla sopayı yiyenlerden biri de, işte size dedikodu, o sırada üçüncü sınıftaki İlber (Ortaylı). Hatırlıyorum, perperişan kantine dökülmüşlerdi de, talebe çok insafsızdır, bir de biz alay etmiştik, ulan ne biçim sınıf tahlili yapıyorsunuz, böyle tam yerine giderseniz dayakla kurtulduğunuza şükredin, diye. Eminim, bu yara değil de, bu laf öldürmüştü arkadaşlarımızı.

* * *

Evet, tam yerine gitmişlerdi; dünyanın en tutucu, hatta en gerici tabakası olan esnaf’ın harman yerine, Sanayi Çarşısına…

Şimdi, biraz ders (yani, ukalalık) dinlemeye hazırsanız, başlayalım.

Küçük burjuva tabakası ikiye ayrılır. Hayatını okumuşlukla değil de “küçük sermaye-yoğun emek” formülüyle kazanan kanadına “esnaf” denir (hayatını okumuşlukla kazanan kanadın adı da azgelişmiş ülkelerde “aydın”dır).

Esnafın gericiliği, modernleşme sonucu doğar. Örneğin alüminyum, çelik, teflon, vs. tencere çıkınca bakırcı ustaları batar. İçlerinden ancak, bakır tencerelerin bir süs veya turizm öğesi olarak geri geleceği zamana dek dayanabilecek gücü olanlar ayakta kalabilir. Bu yüzden esnaf modernleşmeye, yani üretim biçiminin rasyonelleşmesine ve gelişmesine karşıdır. “Kahraman Bakkal Süpermarket’e Karşı” bir espri gibi görünse de, toplumsal gerçektir.

Esnafın tutuculuğu ise, yapısında vardır. Yalnız Türkiye’de ve bugün değil, tüm dünyada ve tüm zamanlarda onun en tutucu tabaka olmasının sebebi, o gün eve ne ekmek götüreceğinin ortama bağlı olmasıdır. Yağmur yağarsa veya belediye sokağı kazarsa işler yatar. Bu yüzden, esnaf sabahleyin kepengi besmeleyle kaldırır, eşikten önce sağ ayağını atar; yani bu dünyası kuşkulu olduğu için öbür dünyaya sığınır. Böyle bir ortamda yaşayan böyle bir kişinin, hem de Sanayi Çarşısında öğrenciye meydan sopası çekmesi, Allah’ın emridir. Çünkü alışveriş aksayacaktır, vitrinler kırılabilecektir, vs.

* * *

Bu esnafın kalkıp da yürüyüş yapmasının çok çok fantastik bir olay olması, bunun yanı sıra da Türkiye’nin ne berbat duruma geldiğini simgelemesi, ayrıca, esnaf “höt” deyince hükümetin hemen “al sana bir … mesela süpermarketlerin kent dışına çıkarılması” saçmalığı, bütün bunların ötesinde şeyler de var.

Büyüklerimiz, “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli”yi boşuna söylememişler. 1967 veya 68 yılında Ankara’da Sanayi Çarşısında öğrenciye meydan dayağı çeken esnaf, şimdi aynı nedenle (yani, yürüyüş yapmak yüzünden) bizzat kendisi meydan dayağı yemiştir ve atan da, bizzat kendisi birkaç ay önce daha fazla maaş için yürüyüş yapan polistir.

O ona, o da ona…

Ama arada şu kadarcık bir fark var ki, esnaf ve polis kendi çıkarları için yürümüştür, öğrenciler kendilerine dayak atanların çıkarları için yürümüştür.

Kendi çıkarları için yürüyenlerin bu farkçığı görmesi, anlaması veya itiraf etmesi mümkün değildir. Agos gazetesini okumaları da beklenemez. O halde niye yazmışımdır? Çünkü böyle şeylerin buza yazılması işin şânındandır. Hepsi bu.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı