Baskın Oran

Ermeni Sorununda hariçten gazelciler

Bugün Diyarbakır’daki Baro konferansını yazacaktım. O çok seviyeli ve çok önemli toplantı artık umarım gelecek haftaya. Bugün, Rapor yüzünden haftalardır ertelediğim ve Hrant Dink’le Etyen Mapcupyan’ın (bir de, Ali Bayramoğlu’nun) katıldığı Marsilya Türk-Ermeni diyalogu haberi üzerine (bkz. Hürriyet, 23 Kasım) artık “yaz beni!” diye bas bas bağırmaya başlayan Venedik toplantısını anlatmam lazım.

28-30 Ekim 2004. Venedik’te, San Marco meydanından motorla beş dakika çeken karşıdaki adada, eski bir Dominiken manastırının devasa binasında yer alan Giorgio Cini Vakfındayız. Türkiye’den, Ermenistan’dan, üçüncü ülkelerden ve tabii diyasporadan gelenlerin katıldığı bir diyalog: “Tarihte ve Tarihin Ötesinde: Ermeniler ve Türkler – Bin Yıllık İlişki”.

Düzenleyen, Venedik’te uzun yıllardır hocalık yapan Prof. Bogos Zekiyan. Son derece bilgili, doktorasını İstanbul’da tamamlamış, efendi, dengeli, olumlu olarak ne ararsanız bünyesinde barındıran bir İstanbul Ermenisi. Benim konuşmamın oturumunu o yönettiği için şanslıyım; hemen duruma müdahale ederek şimşekleri göğüsleyecek.

Ama, sırayla gidelim. İlk gün konuşanlar arasında bir İsrailli var: İsrael W. Charny. Kudüs’teki “Holokost ve Jenosit Enstitüsü” müdürü. Aynı isimle çıkardığı ve çok beğenildiğini söylediği ansiklopediye Ermenileri uzun uzun dahil ettiğini, oysa İsrail’de genel tutumun böyle olmadığını, kendisinin bunu kınadığını anlatıyor. Öğle yemeği yaklaşıyor. Bir ara, şu ifadeyi duyar gibi oldum: “Brave assassination of Talat”.

Yani, 1915 katliamının bir numaralı sanığı Talat Paşa’nın suikasta uğramasını “Talat’ın cesurca öldürülmesi” olarak niteliyor. Acaba “grave” (vahim) dedi de ben mi öyle anladım diye el kaldırıyorum, ama sıra gelmiyor. Yemeğe giderken teyit ettiriyorum: “Evet, brave dedim” diyor.

Ertesi gün benim konuşmam var: “Tabunun Kökleri: Türkiye Kamuoyunda Ermeni Sorununu Tartışmanın Tarihsel-Psikolojik Engelleri”. Bu konunun tabu olmasının nedenlerini üç döneme ayırarak  incelerken (bu konuşma ve diğerleri sanırım Agos tarafından tefrika edilecek),  “Türk diplomatlarının öldürülmesi” altbaşlığının sonunda şunları söyledim:

Dün bu salonda bir konuşmacının, 1921’de Talat Paşa’nın bir Ermeni milliyetçisi tarafından sokakta ensesine kurşun sıkılarak öldürülmesini “cesurca” diyerek övdüğünü dinledik. Bir katil bile olsa; bir insanın hem de arkadan vurularak öldürülmesini övmek hem pek hümanist bir yaklaşım değil, hem Ermeni davasını güzelleştirmekten uzak, hem Papa’dan daha fazla Papa taraftarı (papist) olmak Papa’nın da işine yaramaz, hem de Türkiye’de inkarcılığı tartışmaya çalışan bizlere yardımcı olmaktan epey ırak.

“Burada tek tesellimiz, bu konuşmacının Ermenistanlı veya Ermeni olmamasıdır”.

Hazret beni yemek arasında yakalayacak, sızlanacak: “Sizi hiç unutmayacağım profesör, çünkü bana ilk defa şiddet taraftarı diyen siz oldunuz. Oysa şiddet, şiddetten hemen sonra ise şiddet değildir”. Benim “1915’ten 1921’e altı sene yok mudur?” deyişim üzerine cevap verecek: “Ben bunu hemen olarak yorumlarım!

***

Bu konuşma, ikinci gün öğleden sonra oluyor. Sabah oturumunda Prof. Halil Berktay konuştu. Özetle şöyle dedi:

Konuşmamda, jenosit terimini kullanmayacağım. Çünkü hukuksal yanı tarihsel yanını bastırmaya başladı ve Türkiye’de tartışmayı önleyen bir klişe hale geldi.

“1915’te devletin yaptığını mazur göstermek istemiyorum ama, olayın yanı sıra olayın içinde cereyan ettiği bağlam da önemli. Yahudi soykırımında Alman milletinin bir toplumsal amneziye (bellek kaybına) uğraması diye bir şey yoktu. Türkiye’nin durumunda ise M.Kemal bir devlet kurarken 1915 olayına giremezdi. Sonra ise, iki taraf da sessizliğe gömüldü ve aradan altmış yıl geçti. Konu 70’lerde birdenbire patlayınca insanlar şaşırdı. Burada tüm bildiriler jenosit üzerine. Ermeni milliyetçiliği diye bir şey de var ve bu konuda bildiri göremiyorum”.

Bu konuşmanın ardından Fransız tarihçi Yves Ternon kalktı ve sözünün sonunu şöyle bitirdi: “Hadi, şimdi gidin, bu söylediklerimi Türkiye’deki efendilerinize bildirin!”. Ternon’a haddini, Paris’te yaşayan İstanbul Ermenisi gazeteci Raffi Hermonn söz alıp bildirecektir.

30 Kasım tarihli Birgün’de Hrant’ın (Dink) yazdığına göre,  “Ben artık Türklerle bir masaya oturup konuşmam” diyerek, bu yazının başında sözünü ettiğim Marsilya toplantısına gitmemiş Y.Ternon.

***

Kıssadan hisse: Türklerin arasında birileri ile Ermenilerin arasında birileri Türk-Ermeni barışmasını istemiyor. Çünkü hem “korku” denen şey kimi grupları bütünleştirici bir duygu, hem de bunlar önemli olmaya devam edebilmek için bir düşman yaratmak ve sürdürmek zorundalar. Bunları sevmiyorum, ama bir miktar anlıyorum.

Ama “hariçten gazel” okuyanları hayatım boyu anlamadım ve sevmedim. Çok sevimsizler.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı