Baskın Oran

Er Ryan’ı gördünüz mü?

Ben gördüm. Hem de iki kere.

Birincisini sinemada, ikincisini geçen hafta, gerçek hayatta. İkincisi, üç kere daha korkunçtu.

Bir kere, sinema olmadığı için.

İkincisi, Türkiye’de, güneydoğuda geçtiği için.

Üçüncüsü ve en önemlisi, bizleri ne biçim Vietnam Sendromlarının beklediğini çok feci biçimde gösterdiği için…

* * * * * *

Onun adını tabii ki veremeyeceğim. İşini de, tanıştığımız kenti de. Sadece, yaşı 30’un kesinlikle altında olan, çok iyimser, çok iyi tabiatlı, çok yakışıklı ve işinde de olağanüstü başarılı bir genç olduğunu söyleyeceğim, o kadar.

Konu, öğle yemeğinde açıldı. Boş bir pazar yerinin yanındaki lokantada yemek yiyoruz, ben şöyle dedim:

“Feyhan Bodrumludur, Bodrum’da pazarcılar yerlidir, sebzeyi meyveyi istediğin gibi seçip alırsın. Ankara’da İzmir’de seçmeye kalkarsan üzerine yürürler”. Sonra, büyük kentlerde çoğu pazarcıların Kürt kökenli olduğu lafı geçti.

İşte, Er Ryan’ın öyküsünü başlatan cümleyi o zaman söyledi o:

“Ben  Kürtlerden pek hoşlanmam…”.

Ben duraksayınca, biraz durup ekledi: “Çünkü bana çok tatsız şeyler yaşattılar. Kendime yeni yeni gelmeye çalışıyorum”

Bundan sonrasını çok, ama çok özet bir diyalog olarak vereceğim.

* * * * * *

“Askerliğimi komando olarak yaptım. İlk başladığımda çok korkuyor ve dua ediyordum: ‘Tanrım lütfen karşıma çıkmasın kimse, çıkmadan bitsin şu askerlik’. Fakat öyle şeyler yaşadım ki, sonunda şöyle dua etmeye ve: ‘Tanrım, ne olur karşıma çıkart da bikaçını daha geberteyim’ demeye başladım”.

“Nasıl oldu?”

“Bana en çok koyan olay: Bigün X deresindeyiz. Arkamız duvar gibi dağ, önümüz suyla biten uçurum. Adamlar araziyi çok iyi biliyorlar. Birden yukarıdan yağmur gibi kurşun yağmaya başladı. Biz altı kişi ayrılmaz arkadaşız. Bir anda , içimizden biri, tam benim yanımda, kasığından yaralandı. Yara çok büyük değil ama, çok kan kaybediyor. Bastırıyorum, elimi çekince daha fazla fışkırıyor. Bir kurşunlara cevap veriyorum, bir yaraya bastırıyorum. Hava soğuktu, yarasından buhar çıkıyordu…”

“Telsizle yardım?

“Duyuramadık. Baskınlarda ele geçirdikleri telsizlerle mandallama yapıp, haber vermemizi engelliyorlardı. Sonunda, civardan çatışmayı duyanlar telsizle haber vermişler ve helikopterler geldi. Ama can arkadaşım kan kaybından ölmüştü geldiklerinde”.

“Korucuların bu çatışmalarda faydası olmuyor mu, onlar araziyi bilirler”.

“Korucular kurşun sıkmaz. Sıkıyor gibi yaparlar, havaya veya kayaya sıkarlar. Biz onları hiçbir zaman önemli yerlere koymazdık. Koysak, çoktan ölmüştük. Arkadaşımın ölümünün bir diğer yanı daha var. Bikaç ay önce İstanbul’da izin yapıp dönmüştü. Nişanlısıyla birlikte olmuş. Kız dört aylık hamileydi. Ama dert değil; nasıl olsa on gün sonra terhis oluyor; karnı büyümeden evlenecekler…”

“Ölünce ne yaptınız?”

“Hemen para yolladık, bir uzak akrabasının yanına bir bahaneyle gönderdik. Orada doğurdu…”

“Şimdi ne oldu kız?”

“Biz beş arkadaş her ay kendisine para yolluyoruz, iş de bulduk, kendi ayakları üstünde duruyor artık…”

“Bu iş, yani bu karşılıklı yaralar nasıl düzelir sence?”

“Çok zor. Biz de hata yapıyoruz. Mesela, polis özel timleri ölü içeriyi kirletmesin diye bacağından bağlayıp panzerin arkasından sürüklüyor, öyle getirip atıyor. Bu kan davasını sürdürmek iki tarafı da bitirir. Bir yerde durdurmak lazım”.

“Sen kendini nasıl toparladın?”

“Önce, hiç olmayacak sandım. Evime gelmişim, anneme sarılmışım, işte o an çok korktum. Çünkü hiçbir şey hissetmedim. Çuvala mı sarıldım, ağaca mı, anneme mi… Ot gibi. Çok uzun zaman, evimizde yatağımın etrafına ip sarıp yattım; kırsalda öyle yapar, ipin ucuna da el bombası bağlardık uyurken”.

“Kaç yıl oldu döneli?”

“Beş. Çok iyi dostların arasına girdim. Hepsi benden çok yaşlı, mutlu insanlar. Onların sayesinde yırttım. Uykularımın düzelmesi, sinirlerimin yatışması iki yıl sürdü. Onlar olmasaydı bitmiştim…”

* * * * * *

Dikkat edin: Bunları söyleyen genç, hayatımda gördüğüm (gençlerin değil) tüm insanların en olgunlarından, en olumlularından, en iyimserlerinden biri, belki de birincisiydi. Başkaları kim bilir ne durumda, siz varın düşünün.

Kulak verin, inanılmaz şeyler yaşadığı halde ne diyor:

“Bu kan davasını bir yerde durdurmak lazım” diyor.

Bunları yaşamamış başkaları ise, bir yandan idamın kaldırılmasına karşı çıkıyorlar, bir yandan da:

“Mahkeme idam verirse tabii ki uygulanacak!” diyorlar…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı