Baskın Oran

Düşmanını güçlendirme kılavuzu

Daha dün (Çarşamba) saat 15.30’da Uluslararası İlişkiler 3. sınıfta anlatıyordum:

“Olanları anlamak ve olacakları tahmin etmek için kullanacağınız bilimsel anahtarlardan biri rasyonellik (akılcılık) varsayımı, bir diğeri de çıkar kavramıdır. Karşı tarafın rasyonel davrandığını ve hep çıkarını düşündüğünü varsayacaksınız. Yoksa, projeksiyon (tahmin) falan yapamazsınız”.

Devlet ve Üniversite beni öğrencilerime rezil ettiler. Bundan sonra hangi yüzle ders vereceğim?

***

Devlet kalktı, ABD’nin kaşıdığı Kürt milliyetçiliğine en ciddi ve cansiperane biçimde karşı çıkan, PKK’nin bulsa bir kaşık suda boğacağı bir siyasal parti genel başkanını ve genel sekreterini kargaları güldüren bir gerekçeden, PKK’yle ilişkili olmaktan içeri attı.

Böylece hem düşmanını güçlendirdi, hem de böylesine abuk bir iş yapıp Türkiye’nin insan hakları sabıka listesine sıkı bir kazık daha kakmış oldu.

Üstelik, içeri attığı adamlar, devletin şu sıralarda kafayı iyice taktığı bir konuda, başörtüsünün yasaklanması konusunda en ödünsüz davranmaktan yana olan bir partinin adamlarıydı.

***

Buradan bir yatay geçiş yapalım, üniversite meselesine.

Refah Partisinin şoför mahalli değiştirme operasyonu yapayım derken güm diye iktidardan düşmesinden sonra, “Geçiş kanlı olacak, kansız olacak” türünden muhabbetler sonucu bir de küt diye kapatılması, Türkiye’deki İslamcı akımı dibe vurdurmuştu.

Tam bu sırada İstanbul Üniversitesi rektörü Fazilet Partisine uzun ve ıslak bir hayat öpücüğü vererek onu dipçik gibi diriltti:

Üniversite öğrencisi kızların başörtüsü takmasını yasakladığını ilan etti!

Arkasından YÖK Başkanı bunu genelgelerle Türkiye’ye yaydı.

Şimdi artık bekleyin. Türkiye’nin her türlü gündemi bir yana atılacak. Başka önemli sorunumuz yok; 18 Ekimden itibaren sadece başörtüsüyle uğraşmaya başlıyoruz!

Üstüne üstelik, gelen resmî yazıyı bugün gördüm, kızların başörtüsü yanısıra YÖK bir de neyi yasaklamış dersiniz?

Oğlanların sakalını! Hoş geldin 12 Eylül! Üniversite şimdi bir de yarısı sakallı gençleri karşısına alacak!

Şimdi, düşünebiliyor musunuz, benim gibi ezelden sakallı bir herifin, kalkıp da, öğrencilerini sakallı diye sınıfa almadığını?

Çok merak ediyorum, hangi şahıs veya hangi kurumun benden bunu istemeye cesaret edebileceğini!

Şimdi, bu konuda hiçbir denetimin yapılmadığı, dolayısıyla hiçbir sorunun çıkmadığı ve (işin burasına dikkat buyurunuz) başörtülü kız öğrenci sayısının “hamamdan gebe kalmak” kadar nadirattan olduğu Siyasal Bilgiler Fakültesinin kapısına  başta dekan biz hocalar dizileceğiz, içeri girmek isteyen başörtülü kızları ve sakallı oğlanları kışkışlayacağız!

“Hadi, kış! kış! Hadi bakiiim!!”

Derhal başka fakültelerden ve imam-hatip mezunlarından takviye karafatma birlikleri getirtilecek, ön bahçeye toplanacaklar, büyük bir hazla slogan atmaya başlayacaklar, medya da çekecek babam  çekecek.

Eh, Türkiye’deki istihdam sorununa geçici çözüm getirmiş olmanın mutluluğuyla biz de kafayı bulmuş oluruz bahaneyle.

Çünkü, böyle bir gerizekâlılık olmaksızın varolma nedenlerini yitiren bu zavallı kızcağızlara ve böyle olaylar olmazsa tiraj alamayan medyamıza iş icat etmiş olacağız.

Aklımı koru yarabbi, amin.

***

Ben yazmaktan bıktım, bu adamlar yapmaktan bıkmadı:

Resmî görev yerinde ve sırasında memurlara başörtüsünün yasaklanmasını tamamen destekliyorum.

Çünkü çağdaşlığa düşman bir ideolojinin reklamını devlet dairesinde yapamazsın. Özellikle kadın öğretmenler konusunda kesinlikle böyle düşünüyorum.

Ama resmî dairede çalışanlar dışında isteyen istediğini taksın; bunu zaten kaba kuvvetle yasaklamaya gücün yetmez.

Özellikle de, üniversite gibi yüz çiçek’in açması gereken bir yerdeki çocuklar, yani öğrencilere karışamazsın. Karışmamalısın. Zaten, karışırsan, İslamcıları güçlendirmekle kalırsın.

İsterse başına düdüklü tencere geçirsin, öyle çıksın sokağa. Kim, niçin, ne diye karışıyor? 6. Yüzyıl kurallarını 21. Yüzyıla uygulamak istediklerini dahi göremeyen zavallılara oksijen ikmali yapmak için mi?

Ben size söyleyeyim devletin niye karıştığını:

Benim bugün öğrencilerime saat 15.30’da anlattıklarım palavra da, ondan karışıyor:

Bireyleri bilmem ama, Türkiye’deki kurumları tahlil ederken rasyonellik ve çıkar varsayımı katiyyen sökmüyor.

Pardon, sevgili öğrencilerim. Unutun gitsin, anlattıklarımı…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı