Şu sıralarda Türk dış politikası pek hareketlenmiş vaziyette. Afganistan bombalaması, asker gönderme, Batı’yla insan hakları çekişmeleri, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) sorunu, K.Irak, Kıbrıs, hepsi birbirini üstüne binmiş gidiyor.
Hareket berekettir derler ama, ülkenin ekonomik durumu bu kadar fecaat haldeyken bütün bunlar pek hayra alamete değil. Üstelik, bizler bütün bunları bir bütünlük içinde ele almaya da yatkın değiliz çünkü Türk dış politikasını şimdiye kadar kuramsal olarak ele almaya alışmadık. Kavramsal ve kuşbakışı bakamıyoruz ve sonuç olarak, birçok şeyi göremiyoruz. Bugün ister misiniz bunu yapmaya başlayalım?
* * *
Bu çabada, yeni çıkan Türk Dış Politikası kitabımızın kuramsal temelini oluşturan Stratejik OBD (Orta Büyüklükte Devlet), Hegemon Güç ve Eksen Ülke kavramları önümüze ışık tutabilir.
Hegemon güç, ekonomisi-ordusu-kültürüyle dünyaya sözünü geçiren devlettir. 15. Yüzyılda Portekiz, 16’da İspanya, 17’de Fransa, 18 ve 19’da İngiltere, bugün de ABD hegemon güçtür. Bu da gösteriyor ki hegemon güç, etkisini ilelebet sürdüremez. Böyle kalabilmek için harcadığı enerji kendisini zayıflatır ve rakiplerinden (challenger) birini güçlendirir. Yine de hegemon güç, dünyadaki gerginliği kendisine ihtiyaç duyulacak düzeyde tutmayı başarırsa, hegemonluk süresini uzatabilir.
Stratejik OBD, evrensel etki yapacak kuvveti olmayan, hegemon gücün çok önemli saydığı konularda onun dayattığına karşı çıkamayan, ama kendisi için çok yaşamsal saydığı kimi bölgesel sorunlarda hegemon gücün kararlarını etkileyebilen, jeostratejik konumdaki devlettir.
OBD, ekonomik gücü zayıfladığı zaman, askerî gücünü artırarak önemini aynı tutmaya çalışır. Gerginliği sever, çünkü önemi artar. Stratejik OBD, eğer stratejik bir bölgede olmamak ve büyük devletler/hegemon devlet tarafından onaylanmak koşuluyla arazi bile ilhak edebilirler ve başları fazla ağrımayabilir.
Eksen ülke, hegemon gücün kendi ekonomik-askerî-kültürel uzantısı olarak devreye sokmak üzere çeşitli bölgelerde “seçtiği”, belli düzeyin üstünde kuvvet ve niteliklere sahip ülkedir. Hegemon güç, kendisine iyi partnerlik yapabilmesi için, her bölgede seçtiği Eksen Ülke’nin mümkün olduğunca sorunsuz olmasını ister.
* * *
Afganistan bombalaması ne anlam ifade ediyor, oradan başlayalım. Yaralı ABD halkının içini soğutmak ve ABD’nin “namusunu kurtarmak”, yalnızca görünürdeki amaç. Şu anda pek kimseler farkında değil ama, binlerce masumun kanına giren 11 Eylül, ABD’ye hegemonluğunu uzatmak için savaş çıkarma fırsatını bahşetti. Çünkü hem 11 Eylül ortada yokken Bush Yıldız Savaşları projesinin sürdürüleceğini ilan etmişti, hem de şimdi Afganistan’dan sonra sıranın Yemen, Somali, Irak’a vs. geleceğini söylüyor. “Bu iş çok uzun sürecek, yıllar alacak” diyor. Resmen, yeni bir Soğuk Savaş’tan (SS) bahsediyor. Gerginliği uzun vadeli tırmandırıyor ki, kendisine olan ihtiyaç sürekli olsun. Bu arada, Batı Avrupa’da yeni üsler isteyerek ve AGSP konusunda Eski Kıta’yı çok dikkatle denetleyerek (şimdi bunu anlatması çok uzar), kendisine Batı içinden challenger’lar çıkmasını kontrole almak istiyor.
Fakat, ABD’nin kısa vadeli çabası açısından, bir Stratejik OBD olarak Türkiye’nin kayıtsız kalması mümkün değil. Nitekim hava sahasını açtı, havaalanlarını kullandırıyor, lojistik destek veriyor. Ama OBD’nin diğer yönü de var; çok yaşamsal durumlarda direnebilir. Asker göndermesi başına çok sorun açacağı için, savaş bitti, Dışişleri ve Genelkurmay hâlâ direniyor. Afganistan’a henüz tek bir Türk askeri gitmiş değil ve büyük olasılıkla savaş bitene kadar da gitmeyecek.
Afganistan olayı bir yandan Türkiye’nin başına büyük iş çıkardı ama, diğer yandan da başka kapılar açtı. Artık borç bulamayacak olan ülkeye, jeostratejik önemini artırarak 10 milyar dolar getiriyor. Tabii, bunun iyi mi kötü mü olduğu fevkalade tartışmalı ama, ABD kontrolünü sıkılaştıracağı kesin. Çünkü ABD hortumlamaların artık durdurulmasını istiyor. İnsan haklarına durmadan istisna getirilmesine son verilmesini, PKK askerî olarak yenildikten sonra Kürt sorununun unutuluvermemesini istiyor. Kıbrıs konusunda “Çözümsüzlük Çözümdür” lafının artık geçerliğinin kalmadığını hatırlatıyor.
Bütün bunlar, bizi Eksen Ülke kavramına getiriyor. Yalçın Doğan’ın 13 Kasım tarihli Cumhuriyet’te hatırlattığı gibi, Orta Doğu’da şimdiye kadar ABD’ye Eksen Ülke’lik yapan İsrail artık sorun yaratıyor. Hem fazla dikbaşlı, hem de Filistin sorunu açısından fazla defolu hale geldi. Türkiye hem daha bağımlı (İMF), hem de biraz uğraşılırsa daha az defolu hale gelebilir. Üstelik daha büyük, Müslüman, 2025’te dünya devresine girecek Hazar enerji kaynaklarına daha yakın. Apo bütün bu nedenlerledir ki paket edilip Nairobi’de “FOB” teslim edildi. Çok daha masraflı olduğu halde Bakü-Ceyhan fikri sürüyor. ABD Afganistan’ı bahane edip İMF’yi yeniden 10 milyar vermeye zorluyor (Arjantinli gazetecilerin “Türkiye torpilli ülke” demeleri İMF’yi çok rahatsız etti!). ABD’ye az defolu yeni bir Eksen Ülke lazım.
Kıbrıs konusunu anlamak için de aynı kavramlar gerekli ve yeterli. 1974’deki birinci harekâtta ABD’nin onayı vardı ve sorun çıkmadı. İkincide yoktu ve sorun çıktı. Yine de çıkmayabilirdi çünkü Kıbrıs Türkiye’nin çok hassas olduğu bölgesel bir sorundu. Ama Türkiye stratejik bir adada, NATO üyesi Yunanistan’a rağmen asker bulundurmayı ve bir çözüme yanaşmamayı sürdürdü. Şimdi bu da sorgulanıyor. AB kendi açısından, ABD kendi açısından sorguluyor. İkisi de, Türkiye’yi kendi açılarından bükmek için kolları sıvıyor. Türkiye kendini büküp düzeltmediği sürece, başkaları bükmeye (ve bu arada düzeltmeye) devam edecek.
Bu üç kavram dünya literatüründe bile yeni. Türkiye’ye bizim kitapla girdi. Bu kuramsal aletlerle düşünmeye devam etmek lazım; zamanla epey şeyi anlamaya yardımcı olabilir.