Baskın Oran

Dış politika açısından Demirel’in cumhurbaşkanlığı

İlke açısından, Demirel’in cumhurbaşkanlığını istemesi çok rahatsız edici. İç politikanın en  can alıcı sorununda sergilediği tutum açısından çok cesaret kırıcı.

Ama, dış politika deyince, biraz durup öyle konuşmak gerek. Çünkü Demirel’in sırtında şimdiye kadar bu konuda çok büyük bir kambur vardı: Cumhurbaşkanı Özal!

“Ölenin arkasından konuşulmaz” ilkesini biliyor ve önemli bir oranda da gözetiyorum. Her şeyden önce, artık kalkıp yanıt veremeyeceğinden.  Ama rahmetli Özal,  bu ülkenin dışa karşı   fevkalade duyarlı hale geldiğine bakmayıp öyle belâ davet edici laflar etti,  Türkiye’nin dış ilişkilerine öyle büyük zararlar verdi ki, Hükümetin başında kim olsa işi çok zordu. Başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere dış politikada herkesin bütün işi, Özal’ın sorumsuzca kırdığı potları veya açtığı dertleri onarmak  idi. Bu bir. (Aslında, bir gün oturup sırf  Özal’ın dış politikasını  konuşmak lazım ya, hem artık çok geç, hem de  burası hiç yeri değil).

İkincisi, Özal, cumhurbaşkanı kisvesi  giymiş ANAP Genel Başkanı idi. Dış politikada bol keseden üfürdükçe, zaten  kıraathane palavrasına pek  meraklı olan, üstelik aşağılık duygusundan kurtulmaya büyük özlem duyan milletin hoşuna gidiyordu. Demirel de nihayet bir parti başkanıydı ve kendini Özal’la “yarıştırmak” zorunda hissetti.

Bu yüzden, Demirel döneminde şimdiye değin dış politikada fazla büyük konuşmak, sonra da eli böğründe kalmak yüzünden yapılmış hataları henüz fazla deşmek istemiyorum.

Bütün bunları niye söyledim?  Bütün bunları atlamadığımı, sonuna kadar dikkate aldığımı göstermek için. Çünkü, bütün bunlar dikkate  alındığında bile, Demirel’in dış politikayı iç politikaya peşkeş çekişi çok tatsız. Fazla rahatsız edici. Hele, bazı şeyleri biraraya getirince.

Alparslan Türkeş’i Orta Asya gezisine yanında götürdü. Nasıl bir ortamda? Buradan gidip Azerbaycan’da  yakası bozkurt rozetli dolaşan  gençler, Türkiye’de bir türlü gönüllerince yetiştiremedikleri Elem Çiçeği’ni, Turan’ı bir kiralık rahim gibi kullanarak büyütme çabasındayken. Suudi ve İran şeriatçılığı, Türkiye’ye doğrudan eksport  yapmakta güçlük çektikleri Panislamizmi yeni Türk Cumhuriyetleri üzerinden reeksport yapma davasındayken.

Panturancı Hacı Türkeş sırf  Türk Cumhuriyetlerine hoş görünmek için götürüldü, öyle mi? Azerbaycan’da dökülen kanlara bütün Orta Asya’daki kardeşler “Bu, Azerbaycan’ın sorunudur” diye tempo tutmuş olmasalar,  bayağı inanacağım.

Arkasından, Antalya’daki “örste demir dövme” rezaleti.   “Herkes taş kırıyordu, ben de kırdım”  diyen İnönü’ye Allah selamet versin, söylenecek söz bulamıyorum zaten ama, Demirel  ne yaptığını biliyordu. Sertleşen Kürt milliyetçiliğinin Türk ırkçılığını kaşıdığı bir ortamda parsayı toplayacak. Bu konuda Ecevit’e bırakmayacak malı.

Geçen gün bir gazeteci arkadaşım, izin almadan adını vermeyeyim, “Demirel Yunanlılaştı” diyordu. Yunanlılar Türkiye öğesini iç politikalarında nasıl zırt pırt kullanıyorlarsa, Demirel’in de Ermenistan’ı öyle kullanmasını, cenaze töreni günlerinde “Petrosyan’a dedim ki, bana bak dedim…” üslubunu pek puan getirici buluvermesini kastediyordu.

Söylemesi pek tatsız ama, takdir-i ilâhi sayesinde Türk dış politikası kamburundan kurtuldu.

Dış politikayı iç politikada   böyle kullanan, bu kadar şaibeli bir yoldan cumhurbaşkanı olması halinde çekeceği şimşekleri saptırmak için daha da kullanması çok olası birini getirmek için mi?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı