Baskın Oran

Dikkat: İslamcı Kerinçsizler geliyor

İyi ki “Müslümanların Masumiyeti” adlı rezil film yapıldı da başbakanımız emir verdi artık nefret söylemi önlenecek, demeye kalmadı. Unutulmaya yüz tutan TCK 301 rezaleti, Fazıl Say davasında TCK 216 adıyla geri gelmeye soyunmakta. Olayı özetleyeyim: F. Say, muhtemelen keyfi iyiyken, Ömer Hayyam’a atfedilen “Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun / Cennet-i âlâ meyhane midir? / Her mümine iki huri diyorsun / Cennet-i âlâ kerhane midir?” dörtlüğüyle başlayan bir tweet sallıyor. Şöyle tamamlıyor: “Bilmem fark ettiniz mi ama, nerde yavşak adi magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi Allahçı; bu bir paradoks mu?

Ali Emre Bukağılı, Turan Gümüş ve Orkun Şimşek adlı üç muhbir vatandaş savcılığa şikayet ediyorlar. Savcı, “Halkın bir kesiminin benimsediği dinsel de­ğer­leri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını boz­maya elverişli olması halinde, 6 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılır” diyen TCK 216/3’ten dava açıyor.

Vahamet, esas bundan sonra: İstanbul 19. Sulh Ceza yargıcı, bu üç muhbir vatandaşın “müdahil” olma talebini kabul ediyor. Oysa müdahil, neredeyse savcı demek: Duruşmalara katılabilir, soru sorabilir, delil sunabilir, tanık gösterebilir, bilirkişi isteyebilir, kararı temyiz edebilir, hatta hakimi ret edebilir (CMK Md. 178, 211, 215, 216, 234, 203).  Aynen, Dink ve Pamuk davalarında örgütlenmiş Kemal Kerinçsiz ve Veli Küçük taifesinin, “Türklüğe hakaret edilmiştir, ben de Türk’üm, bana da hakaret edilmiştir” mugalatasıyla talep ettiği ve kaptığı statü. Hatırlarsanız, ondan sonra da yargılanan kişiye saldırdılar, bozuk para ve laf atarak duruşma salonunu çarşamba pazarına çevirdiler. Ama biz F. Say olayına dönelim:

Bu gidişle…

1) Eğer F. Say, “Nerde Allahçı varsa hepsi hırsız şaklaban…” deseydi, hakaret ve büyük ayıp olurdu. Sarsıcı olduğu kesin ama, bu haliyle dine hakaret değil. Böyle giderse, dinleri eleştirmek imkansız olur. İnşallah iktidarın amacı bu değildir.

2) Savcı, takipsizlik vermek yerine, üstüne bir de TCK 218’in “[suçun] basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır” diyen son cümlesini uyguluyor, ama aynı maddenin “eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” diyen son cümlesini görmüyor.

Bu “son cümleyi görmeme” olayı artık klasik. Hatırlarsanız, yargımız “Türklüğe hakaret” diye önüne geleni 301’den mahkum etmeye girişince, Temmuz 2003’te 7. AB Uyum Paketiyle bir ek fıkra getirmişti TBMM: “Sadece eleştirmek maksadıyla yapılan düşünce açıklamaları cezayı gerektirmez.” Yargımız bunu da bir türlü “görememiş” ve Türklük uğruna insanları içeri atmaya devam etmişti. Onun üzerine, hatırlıyor musunuz kısmen de olsa nasıl kurtulmuştuk bu felaketten? 301’den dava açmak adalet bakanının iznine bağlandıydı da, o sayede! Şimdi “Türklük”ün (ırk) yerini “Müslümanlık” (din) aldı ya, yargımız, tek çiçekle bahar olmaz inşallah ama, TCK 218’in sonuna getirilen bu eki de henüz “görmedi”ğini F. Say davasında gösterdi.

3) Müdahillik, çok istisnai bir durumdur. Bir kere, bir suçtan ciddi, doğrudan doğruya ve somut zarar görmüş olmak gerekir. Burada, “Dine hakaret edilmiştir, ben de Müslümanım, bana da hakaret edilmiştir” diye Ördek Hayri’lik ve Kerinçsiz’lik yapmaya çalışıyor muhbir vatandaşlar. Önce ihbar, sonra müdahillik; kendin çal, kendin oyna. Can Dündar durumu tahlil ederken “‘Milliyetçi bir nesil’ isteyenlerin yerini ‘dindar bir nesil’ isteyenler alınca ‘komünizm tehdidi’ de yerini ‘ateizm korkusu’na bırakıyor” diyor (Milliyet, 18.10.2012). Burada ise, “ateizm korkusunu kullanma” demek lazım.

İkincisi, Kerinçsizlerin müdahilliğin cıcığını çıkarmasına yargımız sonunda yeter demek zorunda kalmıştı. Mesela Azınlık Raporu davasında yargıç, muhbir vatandaşların müdahillik talebini en baştan reddetmişti. Yanılmıyorsam, C. Dündar’ın “Mustafa” davasında da “Atatürkçüler”in müdahilliği reddedilmişti. Av. Oya Aydın’ın Radikal Blog’da hatırlattığı gibi, Yargıtay da, iş işten geçtikten sonra bile olsa, H. Dink davasında müdahillik kararını bozmuştu. Bakalım bu ayıp, bitti sandığımız yerden yine sürgün verecek mi. İzleyeceğiz.

Yargıtay kararına ve TCK’ya aykırı

4) TCK 216’nın yer aldığı TCK Beşinci Bölüm’ün adı: “Kamu Barışına Karşı Suçlar”. Bu durumda bu üç şahıs nasıl oluyor da “doğrudan doğruya ve somut zarar” görüyor? Üstelik, daha geçen hafta Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Şemdinli davası münasebetiyle, “devlete karşı suçlar”da kişilerin doğrudan zarar göremeyeceklerini, bu nedenle de müdahilliklerinin kabul edilmeyeceğini söylemişken? (Radikal, 19.10.2012).  

5) TCK 216/3’teki eylem, ancak “fiilin kamu barışını boz­maya elverişli olması” halinde suç sayılır. Oysa, Cengiz Alğan’ın Radikal Blog’da hatırlattığı gibi (15.10.2012), bu tür sözler, Müslümanların azınlıkta ve tehdit altında olduğu bir Avrupa ülkesinde söylenseydi belki tehlikeli olabilirdi ama, nüfusunun yüzde 99’u Müslüman bir ülkede iki satırlık tweet’in kamu barışını bozacağını düşünmek azıcık zor. Üstelik, iktidarda da kavi Müslüman bir parti varken.

Burada aklıma bir şey geldi: “Tweet”, İngilizcede “kuş cıvıldaması” demektir. Eğer “Olmaz! Cıvıldama veya mıvıldama, biz Müslümanları tahrik ediyor!” diyorsanız, işin felsefesiyle bitirelim:

Eğer bir azınlık, yüzde 99 çoğunluğun aleyhinde bir kelâm etmişse, bunun adı, sesi saksağana bile benzese, “kuş cıvıldaması”dır veya olsa olsa “don kişotluk”tur. Eğer bu çoğunluk bundan tahrik olduğunu iddia ederse, bunun adı “zulüm bahanesi”dir. Eğer bu çoğunluk, azınlık aleyhine olur olmaz nedenlerle kelâm ederse, onun adına da “zulüm” derler.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı