Baskın Oran

“Devletin alacağı her türlü önlem”i desteklemek…

Birkaç gün oluyor, benimle tez yapan Ali adında çok iyi bir lisansüstü öğrencim var, o geldi, Ankara Üniversitesi Senatosu’nun “Devletin alacağı her türlü önlemi” destekleme kararı aldığını söyledi. Nerede gördüğünü sordum, “Aydınlık gazetesinde” dedi.

Şaşırdım. Haberin doğru olduğunu sanmıyordum. Bizim üniversitenin yeni rektörü, iyi işler yaptığını gördüğümüz, demokrat  bir yönetici. Haberi aradık, bulduk, bu arada haberin kaynağı olan UBA’dan Baki Özilhan’ı aradım ve rahatladım. Meğer, bizim gazete, A.Ü. kısaltmasınındaki A’yı Anadolu  anlayacağına, Ankara anlamış. Hemen gazeteye telefon ettim, üzüldüler, düzeltme koyacaklarını söylediler.

Gel gelelim ki, işler bu kadar basit değilmiş. Meğer Aydınlık, bilmeden doğru haber de vermiş. Çünkü birkaç gün sonra da Ankara Üniversitesi aynı kararı aldı. Şimdi, bu ne anlama geliyor, herkes kendi yorumlasın. Benim burada söyleyeceğim, vurgulayacağım şey başka:

Devlet’in, özellikle yanlış ellere düştüğü zaman neler yapabileceğini düşünmeden, “Devletin alacağı her türlü önlemi” beklemek ve desteklemenin özellikle bilim yuvası olması gereken üniversiteler için tehlikeli olabileceği. Böyle, “gözünü kapa, ağzını aç” türünden durumların ne anlama geleceğini bize çok güzel anlatan bir örnek var.

Ankara Sıkıyönetim adli müşaviri Albay Remzi Şirin 1979’da emekli ediliyor. Gerekçe: Kadrosuzluk. E.Albay Şirin, görev sırasında tanık olduğu birtakım olaylar üzerine 16 Kasım 1993 tarihli Milliyet’e şu açıklamaları yapıyor ve TBMM komisyonunun istemesi halinde ifade vermeye hazır olduğunu bildiriyor:

1) Dosyalardaki suç aleti silahları benden istemeye başladılar. Vermedim. Ben emekli olduktan sonra alınan bu 28 tabanca, MİT ve polisin karıştığı olaylarda kullanılmış silahlardı.

2) Balgat Katliamı’nın sanığı İsa Armağan’ı birkaç kez başka adliyelere göndermem istendi, kaçacak diye göndermedim. Sonunda, askeri cezaevinden elini kolunu sallayarak kaçtı.

3) Sıkıyönetim Komutanı bana not yollayarak, tutuklu bir gencin saçlarının kesilmemesini istedi. Ben mahsus geciktim ve saçları kesildi. Bu genç, ülkücü lider Muhsin Yazıcıoğlu idi.

4) ODTÜ’de çıkan bir olayda yakalananlardan 4 genci, MİT’den olduğu gerekçesiyle bıraktırdılar.

5) Gözaltına alınanların işkence görmemesi için, doktor raporu uygulaması başlatmıştım. Raporlar gelmeye başlayınca, komutan uygulamayı yasakladı.

Nasıl buldunuz? 1979 yılında bunları yapan “Devlet” değil miydi? Bugün de yapamaz mı?

Bilemem. Ama gazetelerden okuyarak sağlamına öğrendiğim bir şey varsa, devlet’in silahlı çözüm dışında üretilecek fikirlerden pek hoşlanmadığıdır. TBMM komisyonlarında olan Terörle Mücadele Yasası’nın silahtan çok kitap, gazete ve dergileri hedef alması  bunu gösteriyor. Ayrıntılarına sonra girelim. Burada anlatmak istediğim iki örnek var:

Birincisi, ünlü İborotti’miz. “Sorun ancak masa başında çözülebilir. Görev versinler, kendileriyle konuşayım” demesine kalmadı, hakkında soruşturma açıldı.

İkincisi, İzmir Ticaret gazetesine “Güneydoğu’da Kürt devleti kurulabilir” diyen çok ilginç bir işadamı, Net Holding Y.K. Başkanı Besim Tibuk hakkında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş tarafından suç duyurusunda bulunuldu.

Hadi, İbrahim Tatlıses’inkini reklamla açıkladık. Ya, Tibuk’unki ne? Komünistlik mi, yoksa bölücü Kürtçülük mü?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı