Baskın Oran

Değişik bir kent, farklı bir taşra üniversitesi: Mersin

Mersin Üniversitesi 28 Nisan-2 Mayıs tarihlerinde “Tarih ve Milliyetçilik” adlı bir sempozyum düzenledi. 50 kadar konuşmacıyla birlikte beni de davet ettiler.

Sempozyumun sonunda yapılan değerlendirme toplantısında da söyledim:

“Taşra’da Üniversite” kavramından nefret ediyorum!

Hani, öyle sevmemek falan değil, basbayağı nefret. Sebebi çok açık: Üniversite yalnızca büyük kentlere kurulur. Üniversite büyük kentlerin dışına giderse taşra aydınlanmaz, üniversite köylüleşir. Çok daha kötüsü, kasabalılaşır. Geçenlerde Darwin kuramının yine kanıtlandığını, ağzınızdan telâffuz etmeye cesaret edemeyeceğiniz yerde bilim yapılmaz. Hatta, dinleyin bakın, kızlı-erkekli bira içip dans edilemeyecek kente üniversite kurulmaz.

Kurulursa, taşra esnafına teslim olur.  Devlet Bakanı Sabri Tekir’in dün yaptığı gibi, “NASA’nın en önemli başvuru kaynağının Kur’an olduğu”nu söyleyerek bilim yapanların merkezi olur, biter. (NASA’yı biliyorsunuz tabii: ABD’nin “Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi”!)

Bugün artık Türkiye’de taşra üniversitelerinde tek bir tartışma var: Süleymancı mı olacağız, Nakşıbendî mi, Nurcu mu, Nurculuğun hangi kanadını temsil edeceğiz,vs. Ankara’nın burnunun dibindeki Kırıkkale Üniversitesine bakın, yeter.

Anlamadıysanız, ODTÜ ile aynı yıl içinde kurulan Erzurum Atatürk Üniversitesini gözünüzün önüne getirin. Gözünüz çıkmazsa, tabii. Yine mi anlamadınız? O zaman, yurtdışında doktora yapmakta olan binlerce İslamcı öğrenci Türkiye’ye dönüp de buralarda “Bölüm Başkanı” olana kadar bekleyin, o zaman anlarsınız.

Mersin Üniversitesinin bu menfur (nefret edilesi) çember dışında olduğunu duymaktaydım. Gerçekten öyle çıktı.

Bir kere, başında son derece açık fikirli ve çalışkan bir rektör var: Vural Ülkü. Tarih bölümünün içinde yeraldığı Fen ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Onur Bilge Kula aynı şekilde. Gördüğüm kadarıyla bu üniversitenin belkemiğini, özellikle Dokuz Eylül Üniversitesinde Profesör Salih Özbaran’ın yetiştirdiği yardımcı doçentler ve onların yetiştirmekte olduğu asistanlar oluşturacak. İstisnasız hepsi pervane gibiydi, bildiriler verdiler ve dudaklarından gülümseme bir an eksik olmadan ölesiye koşuşturdular. Gözlerinin içi aydınlıktı.

Henüz 1992’de kurulmasına rağmen şimdiden 5 fakültenin, 2 yüksekokulun, 7 meslek yüksekokulunun, 2 enstitünün, 2 araştırma merkezinin ve bir devlet konservatuarının bulunduğu Üniversitede son derece rahat ve  çoksesli bir fikir ortamının yaşandığı çok şeyden belli.

Bir kere, hiç şaşmaz, öğrencilerin görünümlerinden belli. Büyük çoğunluğu normal giysiler içinde, ama aralarında başörtülüler de var. İçiçeler, yanyanalar, omuzomuzalar.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı