Baskın Oran

Cumhurbaşkanı ne yapmak istiyor?

Elektronik ortamda mektuplaştığım öğrencilerimden çok sevdiğim bir tanesi, on gün kadar oluyor, şöyle yazdı:

“Sevgili Hocam, izninizle bir konuda sizin de fikrinizi almak istiyorum. Agos’daki köşenizde de değinmediğinizi görünce F tipi cezaevleri hakkında ne düşündüğünüzü merak ettim.

İdama karşı olan, verilecek en büyük ceza herhalde hücre olabilir diye düşünen (tabii ki düşündükleri için yatanlara yönelik değil bu fikrim) ve  bu hücrelerin basında yer aldığı gibi birer işkence odası olarak kullanılacağını daha önce hiç aklına getirmemiş biri olarak, fikirlerimi rayına oturtamadığımı söylemek isterim. Tekrar rahatsız ettiğim için özür dilerim ama, kafama takıldığı için sormadan edemedim. Sevgiler, XX.”

Şöyle yanıtladım:

Sevgili Kardeşim, F tipi hakkında kafanın karışması çok normal. Gösterilen büyük tepkinin cezaevi mimarisiyle değil, devlete güvensizlikle ilgisi var. Aynı F tipine bir siyasal hükümlüyü, bir de mafya babasını koyduğun zaman birincisi gerçek cehennemde, ikincisi göreli cennette yaşıyor. Mesele bundan ibaret. F tipine itiraz eden mafyacı duydun mu?

“Tabii ki, üst üste yığılmış yatan bu kadar umutsuz adamı idare etmek koğuş sistemi gibi bir rezalette mümkün değildir. Ama böyle haksızlıklar kumkuması bir ülkede insanlar F tipinin mutlaka idealistlerin aleyhine kullanılacağını bildikleri için bu denli direniyorlar.

“Aynı direniş, solcular tarafından, İslamcılara karşı çıkarılmak istenen KHK için de yapılmıyor mu? Çünkü devlet bunu yarın değilse bile öbür gün solcuları atmak için kullanacak. Bu kadar basit.

“Eğer toplumda bir adalet duygusu uyandıramamışsan, ne yapsan ve hangi niyetle yapsan direniş gelir. Üçüncü sınıfı hatırla. Başka bir hocanız size benim kadar yüklendi mi? Tek bir ders için, ders notları haricinde ve sınavda mutlaka sormak üzere toplam 1300 sayfa kitap ve makale verdi mi? Gerektiğinde sınıfta çocuk gibi azarladı mı? Sınavı sert tuttu mu? Ama sizden bir tek itiraz geldi mi? Neden gelmez, çünkü ben bütün sene inek gibi [Mülkiye’de öyle denir] çalışırım. Çünkü 100 sınav kağıdını okumak için geceli gündüzlü 3 tam günümü harcarım ve sonra da notları 2 asistan arkadaşıma kontrol ettiririm de ondan gelmez. Şu kadar yıldır bir tek öğrenci çıkıp da ‘Arkadaşım daha fazla not aldı, oysa ben ondan iyi yazmıştım’ veya “Haksız yere bıraktı” veya benzeri bişey söyleyememiştir de ondan gelmez. Söyleyebilmiş olsaydı, öğrenci beni çiğ çiğ yerdi. Zaten ben de bunların hiçbirine cesaret edemezdim. Yanaklarından öperim kardeşim. Gerekirse yine yaz”.

* * *

Şimdi bırakalım benim öğrencilerimle cilveleşmelerimi, gelelim son “Devlet Krizi”ne. Yani Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasındaki KHK kavgasına.

Bu gece Ahmet bizde yemekteydi, o da sordu (Ahmet’i artık tanımışsınızdır; Bodrum’lu Ahmet, eşimin kuzeni), KHK yine aynen gönderilirse Sezer imzalamaya mecbur mu,  diye.

Bir kere, mecburiyet diye bişey yok çünkü bu konuda anayasada açıklık yok. İki şekilde de yorum yapmak mümkün (zaten, durum açık olsaydı, taraflardan biri direnemezdi). Üstelik, bilim adamlarının görüşü Sezer’den yana.

İkincisi, Sezer KHK’nin içeriğine bişey söylemiyor ki. “Kararnameyle memur atılmaz; yasa olarak getirin, imzalayayım” diyor (Ahmet de, “Zaten adamın bu sözüdür ki benim gözümü açtı” dedi). Ayrıca, memur yemininden çeşitli disiplin yönetmeliklerine kadar yürürlükteki biçok metnin istenen temizliği yapmaya yeterli olduğunu anımsatıyor.

Ama, imzalamamasının nedeni daha derinde.

Vatandaş artık politikacılardan, yani Meclis’ten umudunu kesmiştir; ama bundan çok daha vahimi, yıllar yılı Çankaya’nın “Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’nin külahını Ali’ye” zihniyetiyle yürütülmesinin, “Verdimse ben verdim” mantığıyla savunulmasının, “Dün dündür, bugün bugündür” laçkalığıyla da gerekçelendirilmesinin kemikleştirdiği bir devlete güvensizlik belası vardır.

Bunun sonucu, artık vatandaşta “Devlet ne yapsa, okkanın altına ben giderim” inancı kemikleşmiştir

Bu belayı ve inancı söküp atmadan devletin vatandaş yararına hiçbir şey yapması mümkün değildir, yapsa da aynı direniş yine gelecektir. Sezer bunu görüyor.

Bu halk ki, “adalet” deyince hemen “Adalet mi, 8 numarada çalışıyor!”u bastırır. Bu yüzden, şu anda ilk ve tek yapılması gereken şey, vatandaşın devlete güvenini yavaş yavaş tekrar kurmaya başlayacak bir adalet duygusu yaratmaktır. (Bunu anlamış bir de Tantan var).

Bunun içindir ki, iki şey yapıyor:

1) Kendinden başladı. Çankaya’dan Özal ve Demirel şaşaasını kaldırıp, kendi alıştığı Basit Vatandaş Ahmet Necdet düzenini kuruyor. Harcama minimumda. Kuyruğa giriyor. Kırmızıda duruyor. TV’de artistlik yapmıyor. Demirel ise, düştükten sonra bile TRT genel müdürüne fırça attı. (Bakın, Tantan da karşılamaları yasakladı).

2) “Kara kaplı herkes için ne diyorsa o olur”u uyguluyor. Ama çok dikkat; laçkalaşmış bir kanun uygulaması değil, hukuk uygulaması bu. Rektör seçimi olayında YÖK’ün “kanuna uygun” (!) listelerini bu yüzden darmadağın etti. Bu yüzden KHK’yi imzalamıyor. Kendisini buraya getirdi diye hükümetin borazanını çalmıyor.

Birincisi, ikincisini yapmasına olanak veriyor. Mülkiye’de öğrenci senin inek gibi çalıştığını görünce, oturur itiraz etmeden inek gibi çalışır.

Ve takdir eder. Ağzını açıp tek laf etmeyen ve tek bir gün TV’ye çıkmayan bir Sezer’in KHK konusundaki tutumunu vatandaş yüzde 83 oranında destekliyor.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı