Biri fevkalade özel, diğeri ise alabildiğine kamusal olan cinsellik ve politika sözcükleri arasında ne ilişki olabilir?
İlk bakışta, politikacıların çapkınlıklarını ve bundan çıkan (bazıları skandal iriliğinde) sonuçları akla getirebilirsiniz. Ben akranların ilkgençliklerinde anımsadıkları ilk büyük uluslararası cinsellik-politika ikilisi, galiba Profumo Skandalıdır.
(Gel de, iki paragraflık bi parantez açma. Şimdiki gençler -aaah, ah, yaşlanıyor muyuz, neyiz!- nedense kendi doğuşlarından önceki olayları bilmiyorlar, bunu da duymamışlardır bile. İngiliz Savunma Bakanı Lord Profumo’nun, o soylu İngiliz centilmenlerinin verdikleri ciddi (ve aseksüel) izlenimin aksine, orasına çok meraklı olduğu açıklanmıştı. “Mavi Bale” adı altında küçük oğlan çocuklarını cıscıbıldak dans ettirip temaşa etme merakı da onun muydu, şimdi tam emin değilim ama, Londra’nın saygıdeğer profesyonellerinden Christine Keeler’ın onun metresi olduğu ortaya çıktıydı. Christine ablam o kuş yuvası gibi ağzını açıp okumaya başladığı zaman öğrenildi ki, Lord Beyefendi muamele öncesi ve özellikle de sonrasında, yaşlı (ve belki de, bütün) erkeklerin yapmaya pek meraklı oldukları gibi, mesleğinin ne kadar önemli olduğunu en ince ayrıntılarına kadar “partner”ine izah etmektedir.
Ama, 1960’ların o ilk yıllarının sıkı Soğuk Savaş ortamında açığa çıkan (ve ortalığı asıl karıştıran) bir diğer husus da şuydu ki, Londra’daki Sovyet Askerî Ataşesi olan kapı gibi civan da aynı hanıma “devam ediyor” ve anlatmayıp, dinliyordu!)
Maziperestliği bırakıp bugüne dönsek iyi olacak, çünkü cinsellik-politika ilişkisi günümüzde daha ilginç. Özellikle, yurdumuzda.
Van mıydı, neydi, doğu illerimizden birinde seçildikten sonra soluğu İstanbul’da alıp oğlanlarla basılan RP’li belediye başkanları mı ararsınız, kursdaki 24 oğlan çocuğunu halletmekten yargılanan Kuran kursu hocaları mı istersiniz, bunlardan söz etmiyorum; bunlar en adisinden vak’a-i adiye. Üstelik, kız öğrencileri zorla bekâret kontroluna yollama adiliğini sergileyen disiplin yönetmeliği de değil benim derdim. Bu sonuncusu da değil, çünkü bu konuda yeterli yanıt verildi, bu bizzat kendileri muayeneye sevkedilse acaba kaçı “sağlam” çıkacak olan zat-ı muhteremlere.
Benim derdim, 19 Şubat tarihli Milliyet gazetesinde okuduğum, Elvan Feyzioğlu imzalı korkunç haber. Okuyalım:
“Sağlık Bakanlığına bağlı il sağlık müdürlüklerinde görevli aile planlaması ekipleri, çalışmalarında en çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde zorlandıklarını belirterek şunları söyledi:
“Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kadınlar spiral taktırmak istemiyor. Spirali ‘dinleme cihazı’ zannediyorlar. ‘Devlet bu aletle bizi dinleyecek’ diye tepki gösteriyorlar”
Bilimde nereye baktığın değil, nereden baktığın önemliymiş. Bu haberi “Aman, bu köylülerin cahilliğinin de sonu yok!” biçiminde yorumlayabilirsiniz.
Ama, bir de, belki de daha kör cahil olan ama Türkiye’nin batısında doğup yaşayan zavallı kadınların neden katiyyen aynı tepkiyi vermediğini merak edebilirsiniz.
“Batılı cahiller”in, neden “Biz fakirleri kısırlaştırmak istiyorlar!” yada “Elimizden tek zevkimizi alacaklar!” türünden cahillikler yapabildikleri halde, “Devlet bizi dinleyecek” paranoyasını akıllarına getirmediklerine kafayı takabilirsiniz.
T biçiminde olduğundan minyatür bir TV antenine benzeyen bu doğum kontrol cihazının, batılı cahil ile doğulu cahil tarafından neden bu kadar farklı yorumlandığı sizi düşündürebilir.
Düşündürürse, işte o zaman ve ancak o zaman, devletin insana muamelesi açısından, insanların devlete bakışları açısından, yüzyıllık uygulamaların yarattığı algılamalar açısından, Türkiye’nin batısı ile doğusu arasında (son günlerin fevkalade sinir deyimiyle “oldukça”) fark olduğunu, bu farkın ekonomik farkın çok dışında ve ötesinde bulunduğunu anlarsınız.
Kürt sorununu da anlamaya başlamaya adaysınızdır, artık.