Bu yazıyı yazmak şuradan geldi aklıma: Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan 26 Mayıs’ta futbol sahaları için, “Burası arena değil stadyum. Bakana da talimatı verdim. Arena isimlerini statlardan kaldıracağız. Bizim dilimizde böyle bir şey yok” dedi. Oysa ne futbol Türkçe, ne stat, ne de stadyum.
Bir de 26 Mayıs tarihli şu haberden geldi aklıma: “Ankara Valiliği güneş battıktan sonra ateş yakılmasını ve türkü söylenmesini yasakladı”.
Her bi şey’e karışmak niye?
1977’de basılan doktora tezimin 226. Sayfasında Africa Report dergisinden şunu aktarmışım: “Yukarı Volta Cumhuriyeti’nde 1970’te askerî rejim ‘Pazar günleri dışında dümbelek çalmayı ve güneşte serilip yatmayı’ yasaklamıştır.”
Böyle rejimlerde her “şey”e karışmak âdettendir. 12 Mart 1971 askerî rejimi isimlere takmıştı. Ankara Maltepe’deki Elize Pavyon adını (def-i bela kabilinden) “Elizi” olarak değiştirmek zorunda kalmış, Club MonAmour da “M. Anamur” olmuştu. “Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları”nda bahsetmiştim (s. 265), 12 Eylül 1980 askerî rejiminin lideri de kelimelere sarardı: “Profitrol ne demek? Buna kremalı pasta dense olmaz mı?”(İki lider arasındaki üslup farkına da dikkat).
Netice-i kelam, birinci soru: Gündemi saptırmak için bilinçli yapmıyorlarsa, büyüklerimiz acaba niye böyle her “şey” hakkında mutlaka fikir serdetmek mecburiyetini hissederler ve kendilerini yıpratırlar? Şimdi kutunun kapağı açılınca, buyur burdan yak, Jeofizikçi Prof. Dr. Ahmet Ercan demeç verdi: Futbolun Türkçesi “tepik”tir, futbolcu “tepikçi’, sporun Türkçesi “çeynik”tir, stadyumun Türkçesi ise “çeyniktey”.
Hakaret davaları ne olacak şimdi?
Zırt pırt açılmak açısından bi zamanların TCK 301 davalarına benzedi TCK 299 davaları. 2015 istatistiklerine göre ortalama 4 günde 1 cumhurbaşkanına hakaretten dava açılmış. Ege Üniversitesi öğrencileri çay zamlarına karşı Çiçek Abbas filminden esinlenerek “Herkese benden çay, Tayyip’e yok” yazılı pankart asınca 4 yıl istendi. AOÇ’ye çoktan gitmemiş bir yurttaş1940’ta açılmış ve 2013’te kapatılmış hayvanat bahçesinin yerini sorunca, AkSarayda AOÇ’de ya,cumhurbaşkanına hakaretten tutuklandı.
Artık, Oya Baydar’ın dediği gibi, Erdoğan şimdi AKP’ye genel başkan da olunca “hakaret” genel başkana mı yapılmış sayılacak cumhurbaşkanına mı? Cezalar çok farklı çünkü.
Bu vesileyle yine aklıma takıldı: Kanunlar herkes için geçerli midir? Çünkü cumhurbaşkanı bizlere kaç tane konuşmasında “alçak, zalim, cahil, tiksinti verici, hain, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız güruh, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş, kapkaranlık aydın müsveddeleri” dedi, dava açtım, mahkeme “ifade özgürlüğü”dür diye reddetti, şimdi Yargıtay’da. Acaba bir yurttaş bu kelimelerden sadece 1 tanesini kullansa başına neler gelirdi?
Yanlış bilgi veren danışmanlara ne ceza veriliyor?
Büyüklerimizin çok sayıda danışmanı var. Bunlar ne işe yarıyor? Çünkü büyüklerimize yanlış bilgi verip hata yaptırıyorlar.
Ör. Erdoğan, C. Dündar ile E. Gül’ün duruşmasına İstanbul’daki konsoloslar gidince “Siz kimsiniz ya? Sen konsolosluk binası veya konsolosluk sınırları içerisinde hareket edebilirsin, diğerleri izne tabidir” dedi . Oysa1961 tarihli olup bizim 1984’te katıldığımız Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi’nin (bir diplomatik misyonun görevlerini sayan) 3. maddesinin(d) bendi aynen şöyle: “Bütün yasal imkânlarla kabul eden Devletin durumunu ve gelişmelerini tespit etmek ve bunlar hakkında gönderen devlet hükümetine bilgi vermek.”
Ayrıca bu başdanışmanlar niye hatırlatmazlar sayın cumhurbaşkanına, Aralık 1997 Siirt şiiri yüzünden 10 aya çarptırılınca ABD İstanbul Başkonsolosu Carolyn Huggins’in 29 Eylül 1998’de kendisini ziyaret ettiğini, çıkışta “Bu mahkumiyet Türk demokrasisine güveni zayıflatmıştır” dediğini, bu yüzden T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın ABD’ye “iç işlerimize karışmayın” diye protesto notası verdiğini?
Bazı “belge”ler daha “iyi” düzenlenemez mi?
F. Gülen’in CHP’ye 1967 tarihli 5.000 TL’lik bağışının makbuzu. Düzenleyenlere ve nereden geldiğini hatırlamadan açıklayan Darbe Araştırma Komisyonu Başkanı Reşat Petek’e demezler mi, ufak doğra da civcivler yesin? Çünkü Hürriyet’ten M. Yılmaz’ın İ. D. Ataay’ın“Türkiye’de 50 Yıllık Maaş ve Ücret Uygulaması” kitabından aktardığına göre 1967’de memur asgari maaşı 405 TL . Gülen o tarihte bilinmeyen, ilkokul mezunu bir vaiz, hadi maaşı olsun olsun bunun iki misli (800 TL) olsa (benim 1969’da Mülkiye’de asistan maaşım 700 TL idi), 5.000 TL bu adamın yaklaşık 6,5 aylık maaşı demek.
Fethullahçılar da, Balyoz davasında 2003 yılına ait düzenledikleri sahte belgedeki yazı fontunu ancak 3 yıl sonra piyasaya çıkan Calibri olarak kullanma hatasını yaparak dillere düşmemişler miydi?
Bazı demeçler daha özenli olamaz mı?
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın malum Ensar Vakfında 28 Mayıs’ta söyledikleri. Pek çok kültür ve bilim alanında kendi adamlarının bulunmadığından şikayet ediyor ve şöyle diyor: “Dün hedefimiz belki sadece bir avuç inançlı, imanlı, bilgili, birikimli nesil yetiştirmekti. Bugün ise hem bulunduğumuz yer çok farklıdır, hem de hedeflerimiz çok çok farklıdır. Elimizde böyle bir imkân varken…” Yani Türkçesi: Şimdi artık devleti ele geçirdik, herkes irademizi kabul edecek!
Tamam da, bu toplum mühendisliğine heveslendiğin anda, 1920 ve 30’larda aynı mühendislikle suçladığın Kemalizm’e laf etmek zorlaşmıyor mu? Hele de, bu küreselleşme devrinde? İran’ın yapmadığını veya yapamadığını yapmaya soyunmak değil mi bu?
Üstelik, hemen ardından devam ediyor: “Biz 80 milyon insanın tamamına ulaşmayı hedefleyen bir hareketiz.” Hem iradeni devlet zoruyla kabul ettireceksin, hem de 80 milyonun hükümeti olacaksın. Nasıl olacak bu?
Eylül 2012’deki bir diğer konuşması: “Yargıya gerekenleri söyledik, yargı da gereğini yapıyor, biz de parlamentoda yapacağız!” Askerî diktatör K. Evren bile16 Şubat 1986’da şöyle demişti: “Ne yapalım, mahkemeler bazen bizim istemediğimiz bir kararı da veriyor.”Üslup farkına yine dikkat.
En azından 150 gazeteci içerdeyken, 30 Mayıs AKP grubu konuşmasında “AK Parti demokrat, cumhuriyetçi, devrimcidir” diyor. Öyle bir niyeti olmadığına tamamen eminim ama, insanlarla alay etmek olarak yorumlanmasın bu şimdi? Aynı konuşmada yurt dışına kaçanlar için, “Yarın öbür gün sizlerin de bizlerin eline düşenleriniz olduğunda, istediğinizde bunları alamayacaksınız” diyor. Maazallah, bu da rehin almak olarak yorumlanmasın şimdi?
Buna da bir komisyon kurulamaz mı?
13.11.2016’da yazmıştım: Sabaha karşı 02’de üç polis bizim zili çaldı, geliş sebepleri: “Bir yakınınız sizi aramış, bulamayınca merak etmiş, 155’i aradı!” Şimdi de Org. Akar’ın beş aydır ifade vermemesini R. Petek’e Genelkurmay şöyle açıklamış: “Kurye hatası yüzünden ulaşımda bir problem oldu”.
İktidara bir adet “Daha Mantıklı Gerekçeler Ayarlama Komisyonu” gerekmiyor mu?
Korumalar dönüşümlü götürülemez mi?
Artık en azından Ekvador ve ABD’de tutuklanmasınlar diye dayakçı korumaların dönüşümlü olarak kullanılması uygun olmaz mı? Çünkü ABD basını işin peşini bırakmayacak. Ünlü Washington Post’tan: “ABD bunu Erdoğan’ın goon’larının yanına bırakacak mı?” . Goons: 19. yy’da ve 20. yy başında grevcilere saldırmak için kiralanmış adamlar .
Aklıma takılan başka sorular da var ama başka bir sefere bırakalım onları da.