Bu yılın başında bir öğrenci, kopyasını yakalayan kadın hocayı üniversitedeki odasında öldürdü.
Katil, ünlü bir ceza profesörünü avukat tuttu. Bu avukatın Twitter’dan attığı mesajlar kamuoyunda tüyler ürpertti.
Ben normal karşıladım. Çünkü bu avukatı yaklaşık on beş yıl önceden tanıyordum. Anlatayım.
***
Resim 1: Çankaya Üniversitesi araştırma görevlisi Ceren Damar Şenel, bir öğrenciyi sınavda kopya çekerken görüp işlem yapıyor. Bunun üzerine Hasan İsmail Hikmet adlı bu öğrenci evine gidiyor, emekli polis babasının tabancasını alıyor, hocayı üniversitedeki odasında 2 Ocak 2019 günü vurup öldürüyor.
Resim 2: Yakalandığında, kendini şöyle savunuyor:
“Bana haksızlık yapıldı. 2. sınıftan başlamam gerekirken 1. sınıftan başlatıldım. Ceren Damar Şenel danışman hocamdı. Ama bana ters cevaplar veriyordu. Sınavda kopya çekerken yanıma geldi. Mezuniyeti unutmamı söyledi”.
Devam ediyor:
“Anneni nasıl FETÖ’den ihraç ettirdiysem sana daha kötüsünü yapacağım, dedi. Beni tahrik etti”.
Ne kadar ilginç yahu. Bu bile FETÖ işini kullanıyor! Ne verimli konuymuş!
***
Resim 3: Katil, kimden akıl aldıysa, cinayetten 4 ay sonra ifade değiştiriyor. Hocasıyla ilişkileri olduğunu, kendisinin bu ilişkiyi bitirmek istemediği için hocasının kopya işlemi uyguladığını ileri sürüyor.
Kadın örgütlerinin ve baroların müdahillik taleplerinin reddedildiği, çok sayıda kurum temsilcileri ile milletvekillerinin katıldığı ilk duruşmada da (27 Eylül), Ceren Hoca için şöyle diyor:
“Maktulle birkaç kez cinsel birlikteliğimiz olmuştur. Modellik yapan kız arkadaşımdan ayrılmam gerektiğini söyledi, üzerimde baskı kurdu. Maktul çok kıskançtır ve ikizler burcudur”.
Salondan “Sen insan mısın!”, babadan da “Bir aynaya bir kızıma bak Allah aşkına!” seslerinin yükseldiği bir sırada da şöyle devam ediyor:
“Bu kadar samimiyseniz neden fotoğrafınız yok derseniz, kendimi fotojenik bulmadığım için fotoğraf çektirmedim”.
Hakimin, “Tutukluluk incelemesine kadar hiç ilişkinizden bahsetmemişsin” demesi üzerine katil, “Ailesinin zarar göreceğini düşündüm” yanıtını veriyor.
***
Resim 4: Katili bırakıp avukatına gelelim: Polis Akademisinden Prof. Dr. Vahit Bıçak. Vahit Bıçak Danışmanlık & Avukatlık Bürosu’nun sahibi.
İlk duruşmada, “Müvekkilim cinsel saldırı suçunun mağduru olmuştur” diyor ve savunmasını meşru müdafaa üzerine kuruyor. Yani, Ceren Hoca’nın öğrenciyi taciz ettiğini, erkek öğrencinin de kendini savunmak için öldürdüğünü söylüyor. Fevkalade ilginç bir savunma.
Resim 5: Ardından, birbiri ardına 3 tvit gönderiyor. Çok önemli:
“1) Sevgili lise ve üniversite öğrencisi gençler, üzerinizde otorite kullanma yetkisine sahip olan öğretmen, öğretim üyesi, okutman, araştırma görevlisi vs. yüksek not verme veya başka vaatlerle cinsel taleplerde bulunursa sakın sessiz kalmayın…”
“2) … TCK md. 102/3(b)ye göre 12+6=18 yıl hapis cezası öngörülmüştür bu ırz düşmanlarına. Otorite kullananın kadın ya da erkek olması arasında fark gözetilmemiştir. Öğrenci de kadın olabileceği gibi erkek de olabilir. Bir çığlık atın yeter, yanınızdayız. #cinsel istismar #mobbing”
“3) Kanunlarımız ırza karşı meşru müdafaaya izin vermektedir (TCK md 35/2). Cinsel saldırı suçunun mağduru, baskılardan bunalmış, başka çıkış yolu bulamamış ise son çare olarak saldırganı öldürmesi durumu, kanunlarımızda cezayı gerektiren bir eylem değildir. #cinsel istismar #mobbing”
Bunları okuyunca, katilin cinayetten 4 ay sonra niye savunma değiştirdiği sorusu geliyor insanın aklına.
***
Bu tvitlere sosyal medyadan ve basından fırtına gibi kınama yağıyor. Ör. Mersin Üniversitesi Adli Tıp Profesörü Hakan Kar şöyle yazıyor:
“Ne utanma kalmış ne vicdan; canice öldürülmüş bir kadına iftira atmak, katlini haklı göstermek ne demek, yazıklar olsun. Ayrıca Hukuk Prof’una bakın daha TCK maddelerini bilmiyor. Meşru müdafaa TCK 35. değil, 25. maddedir. Öğrencilerine yazık. Bu cinayetin vebali ellerine bulaşmıştır artık.”
***
Tepkiler çoğalınca Avukat Prof. V. Bıçak demeç veriyor:
“Yanlış anlaşıldım. Yaşam hakkı kutsaldır. Cinayet elim bir olay. O tweet’ler baktığım davayla direkt ilişkili değil. Sanığın anlatımlarından bilinçaltımda etkilendim mi onu bilmiyorum; çok tempolu bir hayatım var. Ama bugün olsa onları yazmazdım”.
***
Yazının başında da dediğim gibi, Avukat Prof. Dr. V. Bıçak’ın bu mesajları insanları isyan ettirdi ama ben normal karşıladım. Sebebi:
1) “Azınlık Raporu”nu hatırlayacaksınız. AB’ye adaylık sürecinde “İnsan Hakları Bakanlığına (…) raporlar sunmak, görüş bildirmek (…)” için 12.04.2001’de yasayla kurulan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun (BİHDK) 24 kabul, 7 ret, 2 çekimser oyla kabul ettiği resmî bir rapordu (01.10.2004).
Özü şuydu:
“Bir soyu ifade eden ‘Türk’ kavramının vatandaşı temsilen üst-kimlik olarak kullanılması, ülkedeki diğer alt-kimlikleri yabancılaştırmaktadır. Bunun yerine, soy’a değil, üstünde yaşanan toprak’a atıf yapan ‘Türkiyeli’ kavramının kullanılması birleştirici olacaktır”.
Bunun üzerine, sözlü ve fiilî saldırılar başladı. Mesela hatırlayacaksınız, milliyetçi Kamu-Sen’in genel sekreteri Fahrettin Yokuş kürsüye fırlayıp Prof. Kaboğlu’nun elinden çekip yırtmıştı metni.
Ardından, dört bir yandan ölüm tehditleri başladı.
Ve BİHDK, yönetmeliğinin 6/a maddesine göre yılda 3 kez toplanması gerekirken, bir daha toplantıya çağrılmayarak Hükümet tarafından fiilen kapatıldı.
Dahası, Rapor’un yazarı olarak ben ve belgeyi açık oylamaya koyan başkan olarak Prof. İbrahim Kaboğlu, “Yargı’yı alenen aşağılamak” (TCK md. 301/2) ve “halk arasında kin ve nefret yaymak”tan (TCK md. 216/1) 5’er yıl hapis istemiyle Kasım 2005’te mahkemeye verildik.
Uzatmayalım, 4 yıl sonra Yargıtay Ceza Genel Kurulu bizi beraat ettirdi. Hem de, Rapor’un “açık ve yakın tehlike taşımaması” nedeniyle, “devletin Anayasa’yla belirlenmiş temel resmî görüşünü reddetmenin ifade özgürlüğü kapsamına girdiği”ni tescil ederek.
***
İşte o zamanlar doçent olan V. Bıçak, Polis Akademisinden BİHDK’ye üye yapılmıştı ve ilk toplantıda Prof. Kaboğlu’na karşı başkan olmak istemişti.
Olamayınca, kendini Kaboğlu’yla uğraşmaya adadı. Öyle ki, Başbakanlık ek hizmet binasının içinde BİHDK’ye tahsis edilmiş odanın kilidini değiştirtti, toplantıları önledi.
Bu, inanılmaz bir görevi kötüye kullanma ve işyeri dokunulmazlığı ihlali olayıydı. Düşünebiliyor musunuz, bu şahıs BİHDK üyesi. Aynen, bir fakülte sekreterinin dekan odasının kilidini değiştirip dekanı içeri sokmaması gibi.
Ardından, kabul edilen Rapor’un resmî olmadığını ilan etti: “Bu rapor, Başbakanlık’a ait bir rapor değildir. İHDK’nın 24 üyesinin benimsemiş olduğu bir rapordur”.
Ardından, Ankara Cumhuriyet Savcılığına Rapor hakkında 15.12.2004 tarihinde suç duyurusunda bulundu. Hemen yukarıda 5’er yıl hapis istemiyle açıldığından bahsettiğim ve iki profesörü 4 yıl mahkeme kapılarında süründüren dava, işte bunun sonucuydu.
Doç. Bıçak, 1993’te Urfalı Mehmet Gül’ü evinde öldüren polislerin kusursuz olduğuna ilişkin 1996’da düzenlenen ve Urfa’ya gidilmeden yazıldığı saptanan bilirkişi raporundaki 3 imzadan biriydi.
Bu dava AİHM’ye götürülmüş ve 2000 yılında Türkiye 86.000 pound tazminata mahkûm olmuştu.
***
AKP Hükümeti, herhalde bu hizmetlerinin karşılığı olarak, Doç. V. Bıçak’ı, BİHDK’nin yerine ihdas ettiği İnsan Hakları Başkanlığı (İHB) adlı yeni kuruluşa başkan atadı.
Fakat bu ödülün bu kişiye yeterli olduğu düşünülmüş olacak ki, Doç. Bıçak 2015 seçimlerinde memleketi Çorum’da aday adayı olduğu AKP’den milletvekili seçilemedi.
V. Bıçak şimdi de prof avukat olarak, müvekkilinin öldürdüğü Ceren Hoca’yı cinsel tacizci ilan etmiş vaziyette.
Herkes şaşırdı, ben normal karşıladım, çünkü kendisini 2004’ten beri izliyorum.