Baskın Oran

Çekiç Güç yada çaresizlik

Özel bir terimi bile var: “Deformasyon profesyonel”.

Yani, meslekî deformasyon. Yani, her yazarın, elindeki konuyu dünyanın en önemli, çarpıcı, istisnaî, vb. konusu sayması olayı.

Bakarsınız bunun da etkisi vardır ama, bu ay sonunda (Amerikan Dışişleri sözcüsü şimdiden teşekkür ettiğine göre, belki de ay sonundan önce) süresi 9. kez uzatılacak olan Çekiç Güç’ü, Türk dış politikasında şimdiye değin karşılaşılan en çaresiz durum olarak görüyorum.

Her seferinde, çekip gitmesi için binbir gerekçe sıralanıyor:

PKK’ye yardım ediyor deniyor, otorite boşluğu yaratıyor, Irak’la ilişkileri bozuyor, egemenliğimizi zedeliyor, yarın-öbürgün Türkiye’ye de karşı kullanılabilecek bir emsal yaratıyor, deniyor.

Hepsinden önemlisi, güneyimizde bağırta bağırta bir Kürt devleti yaratıyor, yarattı bile, deniyor.

İşin ilginç tarafı, bütün bunları, 1950’de Kore Savaşına sokuluşumuzdan beri dış politikayı kökten eleştiren tek grup olan solcular söylemiyor yalnızca.

Çok yönlü büyük baskılarla bile TBMM’de Çekiç Güç’ü red oyları, kabul oylarına yakın çıkıyor. Haziran 94’deki 7. uzatmada 193 kabul, 147 red çıktı. Aralık 94’deki son oylamada 202 kabule karşı 160 red çıktı, olumsuz oy kullanması kesin 66 milletvekili de oylamaya girmedi.

Kamuoyu derseniz, konuyla yakından ilgilenen T.Daily News’un bu ayın 12’sinde yayımladığı araştırmayı buyurun:

“Çekiç Güç kalsın” diyenler yüzde 30,49 iken, “Gitsin” diyenler yüzde 67.17 çıkıyor.

Bakınız, şurası deformasyon profesyonel falan değil:

Şimdiye değin, ABD’nin bu kadar istediği bir konuya Türkiye’de halk ve aydınların bu kadar güçlü ve bütünleşmiş olarak karşı çıktığı hiç görülmedi. İlk kez oluyor.

Neden?

Tabii, Türkiye’nin fobisi olan Kürt devletinin Çekiç Güç eliyle kurulmakta olduğu kanısı önemli. Ama bunun dışında galiba iki nedeni var:

1) Batı’nın gelişmiş devleri, dünyanın geriye kalmış bölgelerini tarihte en az üç kere teslim aldı. Birincisini 15. yüzyılın sonundaki Batı Avrupa sömürgeciliği, ikincisini de 1870’den sonraki özgün adıyla “Emperyalizm” olarak sayarsak, Batı’nın dünyayı teslim alışının son örneği bu “Globalleşme”.

Üstelik, askeriyle gelip ülkenizi işgal etmediği, ama medyasıyla gelip insanların kafalarının içini hiç belli etmeden işgal ettiği  için kolay tepki çekmeyen, bu nedenle de çok daha etkili, direnilmesi çok daha güç ve çok daha tehlikeli bir yayılma.

Halkımız bunun farkında olmayabilir ama, teslim alındığının farkında.  Her yandan, “Beşyüzbilmemkaç Blue Jean”den tut da uydu yayınlarına varıncaya kadar her taraftan sarıldığının farkında.

Yani, felsefî genel plandan bakarsanız, İnsanlar çaresizliğe tepki duyuyor.

2) Bu Çekiç Güç öyle bişey ki, gelme nedeni ortadan kalktığı halde gitme olayını gerçekleştirmek mümkün değil.

Çekiç Güç Saddam’ın K.Irak Kürtlerini katletmemesi için gelmişti. Türkiye açısından o sırada önemli olan da,  bu Kürtlerin gelip mitili Türkiye’ye atmasının önlenmesiydi. Bir de, K.Irak’ta PKK’nin barındırılmaması için buranın denetlenmesi olayı vardı.

İlk iki durum sona erdi. Üçüncü durumun da hayal olduğu, Mart-Nisan 95 harekâtı sonucu apaçık görüldü.

Ama, Çekiç Güç’ü geri gönderemiyorsunuz. Çünkü, göndermek istediğiniz anda, ABD’nin yardımıyla ayakta duran Türkiye kendini inanılmayacak kadar zor durumda bulabilir.

Bir türlü demokratikleşemeyen Türkiye’yi Batı Avrupa’nın çat, çat, çat tokatlamasına karşı Türkiye’yi bir tek kim destekliyor? Gümrük Birliği için kim uğraşıyor? Bunca enflasyonlu, 60 milyar dolar borçlu bir ülkeden İMF’nin desteğini çekmemesini kim sağlıyor?  Allahın Güney Afrika Cumhuriyeti bile Türkiye’ye silah ambargosu koyarken, Güneydoğu’daki askerî durumu bir anda Ankara lehine çeviren saldırı helikopterlerini, gece dürbünlerini, vb. kim verdi? Kim veriyor?

Evet, Çekiç Güç’ü gönderemiyorsunuz. Çünkü, bu ülke dış politika tarihindeki en çaresiz durumu yaşıyor. Eroin bağımlısından bir farkı yok.

Yakın plandan bakarsanız, İnsanlar, bir de bu çaresizliğe tepki gösteriyor.

Peki, çare?

Çareyi bilemem kardeşim. Nedenleri bilirim. Yukarıda da yazdıklarımdan anlaşılıyor ya, Türkiye’nin bu çaresizliğinin iki nedeni var:

1) Globalleşme. Yani, ABD’nin ipten kazıktan boşanması.

Türkiye’nin bu birinci çaresizlik nedenine karşı yapılabilecek bişey yoktur. Tamamen bir dış dinamik olayıdır.

2) Türkiye’nin elinin kolunun Kürt sorunuyla bağlı olması. Dikkat ettiyseniz, ABD’nin “yardımcı” olduğu tüm “durum”ların temel nedeni Kürt sorunu.

Türkiye neden demokratikleşemiyor? Çünkü Kürt fobisi tüm beyinleri yemiş bitirmiş durumda. Yüzyıllık hedefi olan Avrupa’ya neden giremiyor? Çünkü Kürt sorununu halletmeden adamı Avrupa’da tuvalete bile bırakmazlar.

Türkiye neden bunca borçlu? Çünkü yalnızca son K.Irak harekâtının bir aylık maliyetinin 1 milyar dolar (Bir milyar dolar) olduğu açıklandı. Bunun   yükünü dengeleyebilmek için Hazine, Haziran ayı sonuna kadar ekonomiye 3 milyar dolar (Üç milyar dolar) enjekte edilmesini Amerika’dan avans olarak talep etti (Bkz. Milliyet, 30 Mart 1995).

İşte, Türkiye’nin bu ikinci çaresizlik nedenine karşı yapılabilecek bişey vardır, efendim.

Çare, Türkiye’nin sırtından bu Kürt sorunu yükünü derhal atmaktır.

Nasıl mı atmaktır? Siyasal çözüm arayarak almaktır.

Siyasal çözüm mü nedir? “Yalnızca askerî olmayan” tüm çözümlerdir.

Bu çözümler mi nedir? Hah, beyim, işte burası zurnanın zırt dediği yerdir ve sınırsız bir tartışma ortamı kurulmadan yanıt bulunmaz.

Onun için yırtınıyoruz, demokrasi, demokrasi diye.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı