Kıbrıs’ın Türk dış politikasına verdiği zararlar saymakla bitmez.
Adada federasyon (hatta, “gevşek konfederasyon”) isterken Türkiye’de üniter devleti savunmak güçleşmiştir. Kıbrıslı Türklerin ayrı devlet kurmasını istemek yüzünden Birleşmiş Milletlerde aleyhimize dönmeyen azgelişmiş ülke kalmamıştır. Hiç kimselerin tanımadığı iflas etmiş bir ekonomiye, Batı bankalarından alınmış borç paraların hibe edilmesi yine ayrıdır.
Ama belki de verdiği en büyük zarar; Dışişleri Bakanlığını dönem dönem aylar boyu kilitlemiş, daha önemli sorunlarda Bakanlığın beynini ve elini bağlamış olmasıdır.
Şimdi de aynı şey oluyor. Kıbrıs’la uğraşmaktan, Türkiye çok önemli gelişmelerin farkına varmıyor. Dünyada en fazla Amerikan yardımı alan iki ülkeden (diğeri tabii ki İsrail) birinin cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in, ABD’nin yeni ve çok tehlikeli olabilecek girişimi konusunda Türkiye’yi uyarmak için bir günlüğüne Ankara’ya gelmesi kimvurduya gidiyor.
* * *
Bush ve etrafındakiler fena sıkıştı. Dolar son derece ucuz olduğu halde, ABD dış ticaret açığı işgal yüzünden 500 milyar dolara vardı. Kendisine yalan söylenmesinden nefret eden Amerikan halkı, bir yandan kitle imha silahları yalanını, bir yandan da işgalin 11 Eylül yokken planlandığını öğrendi. Irak’taki askerlerin canları burnunda, değiştirilmeleri lazım, asker kalmadı, hiçbir ülke asker yollamıyor, Almanya’dakiler oraya transfer ediliyor.
Bu ortamdadır ki, 7-8 Şubat’ta Münih’te “Askerlerin Davosu” (E.Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 09.02) diye nitelenen bir güvenlik konferansı toplandı. Burada ABD, biri kısa diğeri uzun vadeli iki amacın (gazeteci deyimiyle) “yastığını yapma”ya çalıştı.
Kısa vadeli amaç, ABD seçimlerinden önce, en kolay etkilediği örgüt NATO’yu kullanarak Irak’daki bataklığı başkalarına ciro etmek. Kontrolden aciz kaldığı Irak’a NATO kuvvetleri yollamak. Masrafları da bu NATO üyelerine karşılatmak (O.Çutsay, Cumhuriyet, 06.02).
Uzun vadeli amaç, bütün Orta Doğu’yu NATO’ya (ABD’ye) denetlettirmek.
Army War College profesörü Stephen Blank, 11 Şubat tarihli makalesinde anlatıyor. Haziran 2004’te İstanbul’da toplanacak NATO zirvesinde “Büyük Orta Doğu Girişimi” (Greater Middle East Initiative) planı açıklanacak. Bu toplantıya Fas, Tunus ve Katar’ın yanı sıra Mısır ile İsrail de davet edilecek. Sonra bu ülkeler, zaten şu anda 5 Orta Asya ülkesi ile 3 Kafkas ülkesinin dahil olduğu NATO Barış İçin Ortaklık (BİO) programına dahil edilecekler. Böylece, NATO’ya alınmadan, NATO’ya silahlı kuvvet üretir hale getirilecekler. Bu arada, “aynen doğu Avrupa’da olduğu gibi, kendi aralarında işbirliği yapmasını da öğrenecekler”.
Prof. Blank, ABD’nin “dünyaya yeni bir demokratik biçim verme planıyla da tutarlı olan” bu girişimin “Rusya’nın emperyal amaçlarını frenleyecek” ve “bölgedeki rejimleri terörizmden ve isyancılardan” koruyacak olduğunu da müjdeliyor. (inthenationalinterest.com/Articles/Vol3Issue6/Vol3Issue6BlankPFV.html).
* * *
Biz bu sözlerin tıpkısının aynısını, bundan tam 49 yıl önce, Şubat 1955’te “Bağdat Paktı” filminde dinlemiştik. Sonunda, bütün Orta Doğu Türkiye’ye sağlam biçimde düşman olduydu. Üstelik, o zamanlar denge yaratabilecek bir SSCB vardı; şimdi Türkiye ve bölge ondan da yoksun.
Türkiye’nin en kısa zamanda Kıbrıs sorununu çözerek dış politikasını bu tıkaçtan kurtarması gerek. Çünkü, AB’nin Geniş Orta Doğu (Wider Middle East) diye başka bir projesi var ve Türkiye bu yeni Bağdat Paktında ABD’yi dengeleyebilmek için AB’yle birlikte hareket etmek zorunda. Bu da, önce Kıbrıs’ı çözmeyi gerektiriyor.
Aksi halde, böylesine sıkışmışken, Türkiye’nin Orta Doğu’yu kendisine bir daha düşman ettirecek bu ABD planının mızrak ucu olmaması çok zor. Dışişleri Bakanı A.Gül’ün daha şimdiden “Dışında kalmamız düşünülemez” dediği, T.Erdoğan’ın Kürt sorununu çözmek için medet umduğu bir plandan söz ediyoruz…
Stratejik OBD için tek nefes alınabilecek durum, denge durumudur ve ABD bu planla Orta Doğu’da denge diye bir şey bırakmamaktadır.
Türkiye’nin bu konuda ABD’yle çatışması gerekmez; merak etmeyin. Bir kere, AB ile ABD düşman değildir. Yalnızca potansiyel rakiptir. Türkiye bu alternatiften yararlanmazsa, dünyada başka denge olanağı yoktur. İkincisi, zaten Stratejik Orta Boy Devlet, Hegemon Devlet’le çatışamaz. Ama, kendisi için çok yaşamsal saydığı bölgesel konularda onun her dediğini yapmak zorunda da değildir.
“Büyük” ve “Geniş” Orta Doğu planlarının içi henüz doldurulmamıştır. Türkiye dikkatlerini hemen buraya yoğunlaştırmak zorundadır.
AB’nin kriz bölgesine ulaşabilmek için Türkiye’ye ihtiyacı olduğu; “Geniş” projesinin Türkiyesiz gerçekleşmeyeceği bir ortamdayız.
Osmanlı’dan beri Türkiye’nin hariciyesi; zaten Suriye, Mısır, İran gibi önemli bölge ülkelerine ters gelecek ABD planını uzun uzun sallamak, sulandırmak, bu arada da denge için ağırlığını AB’den yana koymak için gerekli deneyime fazlasıyla sahiptir.
Kaybedilmiş yanlış davaları güdeceğim diye kendini paralamamak şartıyla.