Baskın Oran

“Bolu Sempozyumu” bildirisine imza atan laik dostlara mektubumdur

Fethullahçıların çağrısıyla Temmuzun üçüncü haftasında Bolu’da yapılan “İslam ve Laiklik” toplantısını, herkesin daha ciddi düşündüğü serin günlerde yazayım diyordum.

Ama kimse ciddi biçimde yazmadı. Güncelliği de geçiyor. Nasıl olsa, Fethullahçılarda bu para ve iman, toplantıya katılan sizlerde ise bu ense varken, daha çook yazarız “inşaallah”.

Konuya doğrudan gireyim: Toplantı hakkındaki ana düşüncem şu:

Fethullahçılar, her zamanki gibi, “kimi laik”lerin (aslında çok haklı ve doğru olan) iki temel kalkış noktasını  (“devleti sınırlamak gerekir”, ve “insanlara mümkün olduğu kadar özgürlük vermek esastır”) enfes biçimde kullanarak, kendi istediklerini kağıda döküp size imzalatmışlar. Helal olsun.

Bugün yazacaklarım üzerine rahatça kitap çıkarılır. Ben ana konular üzerinde doğru düşünmeye temel olacak ve Fethullahçıların kurnazlığını vurgulayacak bikaç noktayı not etmekle yetineceğim.

1) “…Vahiy [yani, Tanrı sözü] Akıl’a hitap eder ve onun [akıl] tarafından anlaşılıp yorumlanmasını ister”.

Yani, Tanrımız bişey söylemiş ve Peygamberimiz de onu bize iletmiş olacak ve biz de ona karşı bir yorum yapabileceğiz.

Bunu sizin aklınız alır. Ama dincilerin “aklı” böyle bişeyi alır mı?      

Bunu sadece, akıl ile vahiy’in birbirine ters düşmediğini size onaylatmak için yazmışlar, siz de imzalamışsınız.

2) “Kur’an açısından bakıldığında … mutlak hakim hiç kuşkusuz Allah’tır. Bütün varlıklar da bu külli hakimiyetin altındadır … Fakat bu ‘hakimiyet’ kavramıyla ‘hakimiyet şayıtsız şartsız milletindir’ ilkesinde yer alan ‘hakimiyet’ kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. [Bu ifade] ‘Hakimiyet bir ferdin, sınıfın, zümrenin tabii veya ilahi hakkı değildir’ anlamına gelir, siyasi manada milli iradeyi esas almak ve onun üstünde bir güç tanımamak demektir”.

Vallahi pes. Peki birader, hem siyaset bilimi okudunuz hem de bunu nasıl imzaladınız? Adamlar size resmen ve açık açık “milli iradeye hakimiyet hakkını veren Allah’tır” anlamına gelen yukarıdaki paragrafı yazmışlar ve altına imzayı bastırmışlar. Yahu, farkında mısınız, “Tevhid”in altına basmışsınız imzayı!

Size okulda öğretmediler mi ki, egemenlik bölünmez! Öğrenmişsinizdir de, bunun yarısını öğrenmişsinizdir:

“Egemenlik ülke içinde tartışmasız üstünlük, uluslararasında ise eşitlik anlamına gelir”. Peki, egemenlik kavramını daha geniş anlamda almayı size öğretmediler mi hocalarınız?

Bütün dinlerin, ama istisnasız bütün dinlerin, egemenlik’in kaynağını hem bu dünya, hem de “öteki dünya” için Tanrı olarak saptadıklarını (dinsel köktendincilik budur), ama Batı’da güçlü burjuvazi sayesinde Hıristiyanlığın bu iddiadan Fransız devrimiyle birlikte vazgeçmek zorunda kaldığını hiç mi duymadınız?

Hiç size öğretmediler mi ki, “Egemenlik’in Kaynağı Nedir?” sorusuna verilebilecek yanıt ya “Tanrı”dır, yada “Ulus”tur ve bu kavramlar birbirine 180 derece zıttır. Biri o koltukta oturuyorsa öteki oturmuyordur.

Siz mümkün değil bu kadar bilgisiz olamazsınız. İçinizde kimler vardı bilmiyorum ama, mutlaka bu konularda benden bilgilileri mevcuttu. Ama birader, devleti sınırlamak ve bireyi özgürleştirmek gibi iki güzel ilkeyi hayata geçireceğim umuduyla, bu kadar da saftoronluk yapmak zorunda mıydınız?

3) “Devletin her türlü ideolojiye, inanç ve felsefi görüşe eşit mesafede bulunması gerekir”

Bir kere, her devletin kendi ideolojisi vardır. Çünkü devletin bizzat kendisi, bir sınıfın  yada  tabakanın “değerler bütününün” iktidar olmuş biçimidir. “Devletin resmî ideolojisi olmaz” lafını hiç aklınız alıyor mu? Olsa olsa, “Bu resmî ideoloji yanlıştır, eksiktir” vb. diyebilirsiniz.

İkincisi, devletin “her türlü inanç ve felsefeye eşit mesafede” olması tamam. Ama, yüzde 99’u kağıtta da olsa Müslüman olan, azgelişmiş, gelir dağılımı durmadan kötüye giden bir ülkede İslam’ın “diğer inançlara nazaran devlete eşit mesafede” durmakla yetindiğini gelin de anlatın bana, nasıl anlatacaksanız.

Fethullahçıların, “İstatistiklere çok güzel yalan söyletilebilir” lafını artık şöyle uyguladıklarının farkında değil misiniz: “Doğru ilkeler, laikleri uyutmada çok güzel kullanılabilir”.

Yahu, adamlar “İslam, demokratik hukuk devletinin evrensel ve temel değer / ilkeleri dışında, siyasi rejimin ayrıntılarının düzenlenmesini topluma bırakır” diye yazıyorlar (aslında, bunu tam böyle değil, bozuk Türkçe’yle yazmışlar ki, tam algılanmasın), siz de çocuklar gibi sevinerek bastırıyorsunuz imzanızı, “Aman ne güzel, uzlaşma sağlıyoruz” diye. Artık oturur, İslam dışında kalıp “siyasi rejimin ayrıntılarını” mutlu mutlu düzenlersiniz. Örneğin, oy pusulalarının nasıl basılacağı sizden sorulur.

4) “Laik devlet bir din siyaseti gütmez”.

Benim saf laiklerim! Şimdi hiç kusura bakmayın, bunu söyleyebilenler, Devlet-Laiklik ilişkileri  konusunda hazırladığım kısa ama özgün bir dersi dinlemek zorundadır; çünkü ihtiyacınız var.

Devletler bu açıdan iki temel gruba ayrılır:

1) Kapitalizme feodalizmi yaşamadan geçenler, 2) Yaşayarak geçenler.

Birincisine örnek ABD’dir. Tanrı’yı egemenlik kaynağı sayan feodalizmi hiç yaşamadığı için, eski rejimin kalıntılarını temizlemek ve dine karşı özgür olmak için zor kullanmak mecburiyetinde değildir. Bütün dinlere “eşit mesafede” durabilir. (Hatta durmak zorundadır, çünkü ABD’yi kuranlar buraya mezhep özgürlüğü uğruna göç etmişlerdir. Dinlere ve mezheplere eşit davranmak, ABD’nin bu nedenle temel taşıdır).

Ama, orada da dinsel simgelerin devlet dairelerinde kullanılması konusu çok tartışmalıdır, durmadan bunu engelleyen kararlar çıkmaktadır. Çünkü orada da çoğunluk tek bir dine mensuptur (Protestan Hıristiyanlık) ve diğerlerini (başka dinden olanlar, Tanrıtanımazlar vb.) “ham” yapabilir.

İkinci gruba giren ülkeler de ikiye ayrılır:

  1. a) Feodalizmden kapitalizme geçişi (veya, Tanrı’dan Ulus’a geçişi de diyebilirsiniz) evrim’le yapanlar (buna örnek İngiltere’dir),
  2. b) Devrim’le yapanlar (buna örnek de Fransa ve Türkiye’dir).

Bu son grup da ikiye ayrılır: Tanrı’dan Ulus’a geçişi i) Altyapı devrimiyle başaranlar (Fransa), ii) Üstyapı devrimiyle yapanlar. İşte, Türkiye bu son kategoridedir.

Altyapı devrimiyle geçenler, feodalizmin kalıntılarını daha kolay temizler (buna rağmen Fransa devlet kurumlarında dinsel simgeye çok hassastır).

Üstyapı devrimiyle geçenlerin işi daha zordur. Feodalizmin üstyapısını (Din’i) kolay temizleyemez, çünkü feodalizmin altyapısı sürüyordur. “Egemenlik’in Kaynağı Tanrı’dır”cıları (arabaların arka camındaki “Hakimiyet Allahındır” çıkartmalarını görüyor musunuz?), “Egemenliğin Kaynağı Ulus’tur”cularla aynı kaba koyamaz devlet. Koyarsa, gününü görür.

Ben size söyleyivereyim niye imzayı bastınız bu tilki gibi sonuç bildirisine: Çünkü çoğunuz “Egemenliğin Kaynağı İnsan’dır”cı da ondan.

Çok saygıdeğer bir felsefe. Tamamen katılıyorum. Zaten sosyalizm de bunu denedi: “Egemenliğin Kaynağı Çalışan İnsan’dır” dedi. Ama sosyalizm henüz “yükselen değer” değil. Bırakalım. Söylemek istediğim başka bişey var:

Artık farkına varınız ki, bu doğru felsefeniz yüzünden “Tanrı’cılar”la aynı safta yer alıyorsunuz. Yine aynı devlet korkusu, yine aynı insan sevgisi, usta takiyyecilerin elinde bakınız sizi nasıl Tanrı’cıların tezinin altına imzayı basmaya sürüklüyor.

Tabii, kamu görevlisi dışındaki insanların da ne giyip ne giyemeyeceklerini saptamaya kalkmak vb. gibi uygulanamaz, akıldışı, karşı tarafı güçlendiren ve üstelik kendisiyle tutarsız bir devlet uygulaması da sizi Fethullahçıların yanına itiyor. Bunun yanısıra, temeli Türk-İslam Sentezi olan bu Fethullahçıların yurt dışındaki okullarda “Türk Propagandası yapmaları” da pek etkileyici. Siz duygu dolu insanlarsınız; ama birader, akl’ınızı bu kadar da devreden çıkaramazsınız ki!

5) “Laiklik, insanların yaşam tarzlarına müdahale edilmemesi biçiminde anlaşılmalıdır … özellikle kadına karşı ayrımcılık şeklinde sonuç doğurmamalı, onu kamu alanındaki haklarından mahrum etmemelidir”

Eh be birader, kadınların özgürlüğünü savunmayı da dincilere bırakan bu cümleyi de imzalamışsınız ya, sizden korkulur. Biliyorum; bunu da size imzalatan, 1930 Atatürkçüleri! Şunu diyemez miydiniz:

“İnsanlar, istedikleri gibi yaşarlar, giyinirler, ibadet ederler vb. Kamu kurumlarında çalışan ve dolayısıyla devleti temsil edenler, bu temsil esnasında,  egemenlik’in yalnızca Ulus’tan geldiğini, Tanrı’dan gelmediğini gösteren biçimde giyinmelidirler.”

Böylece o kendini Atatürkçü sanan saflara da ders vermiş olurdunuz. Ama, hiç Fethullahçılar böyle bişeye izin verirler mi? Oyunu onlar yazdı, siz de oynadınız. Cümlelerin üslubu üzerinde etkili olabildinizse, yine mutlu sayın kendinizi.

6) “Türkiye’nin sıkıntılarının aşılması için özgürlükçü demokrasinin kökleşmesi ve sivil toplumun güçlendirilmesinin önündeki engellerin kaldırılması gerekir”

Buradaki “sivil toplum”dan kastın tarikatler olduğunu hiç mi anlamadınız? “Tarikat, yani dinsel örgüt, hiç sivil toplum örgütü olur mu?” demek aklınızdan da mı geçmedi?

Yoksa bunu da mı bilmiyorsunuz? Çok kısaca (çünkü yerimi fazlasıyla aştım, Yazıişleri’ne resmen ayıp oluyor) anlatayım:

Sivil toplum, “askerî olmayan” toplum demek değildir. Feodal dönemde ortaya çıkmıştır ve Batı Avrupa burjuvazisinin, Tanrı’nın yerine Ulus’u en yüce değer ilan etmek amacıyla, şu iki kurumla mücadelede icat ettiği bir kavramdır:

1) İşi gücü, vergileri hanedan savaşlarında tüketmek olan Feodal devlet, 2) Feodal devletin tutunum ideolojisi olan Din.

En belirgin sivil toplum örneği de, belediye’dir. Belediyeler, örneğin, nikah töreni konusunda Din’in (Kilise’nin) tekelini kesinlikle kırmıştır, çünkü bu çok simgesel bir egemenlik belirtisidir. Ama cenaze töreni konusunda tekeli tam kıramamıştır, çünkü burada artık “öteki dünya” devreye girmiş sayılmaktadır. Ama yine de cenaze arabasını belediyeler bedava gönderir.

Şimdi, Ulus’un yerine Tanrı’yı egemenlik kaynağı ilan etmek için mücadele eden tarikatlar, nasıl sivil toplum örgütü sayılıyor? Askerler değil de siviller tarafından kurulduğu için mi? Yahu, yahular, bunlar tarikatların elinde Allah’ın Askerleri, anlamıyor musunuz? “Civile”in Türkçe karşılığı “sivil” değil, “yurttaş”tır. Bunlar ise “kul”dan bahsediyor, hiç mi farkına varmadınız?

 Bu sıcakta hepsini unutun, aklınızda şurası kalsın:

Bu memleketin dinciler ile laikler arasında gerçekten bir uzlaşmaya ihtiyacı var. Ama, siz kalkar da, saftoronca, bu uzlaşmayı dincilerin temel verilerini esas alarak yapmaya çalışırsanız, Ulus’un da içine yaparsınız, İnsan’ın da.

Bu memlekette bu uzlaşma, egemenlik kaynağını Tanrı dışında görenlerin (laiklerin) temel verileri esas alınarak yapılır ancak. Vesselâm.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı