22 Ağustos tarihli Milliyet’te D. Sazak’ın Dışişleri Bakanı A. Gül’le yaptığı röportajın manşeti korkunçtu: “Ülkemizin stratejik çıkarları Anadolu’ya hapsedilemez. Türkiye Irak’taki petrolden hakkını hukuki düzen içinde alacaktır”.
Bu “petrolden hakkını almak” işinin hem hukuksal hem de ahlaki yönünü defalarca yazdım; tekrarlamak abestir. “Stratejik çıkarlar ve Anadolu” konusunda ise, şunu söyleyip bırakayım, yeter:
Anadolu’yu korumak için örneğin Kerkük’e, Kerkük’ü korumak için daha nerelere müdahale edeceksin, nerede duracaksın? Bunun çok daha masumunu, çünkü hiç olmazsa petrol demediği için alt-emperyalizm kokmuyordu, 8 Ocak 2003 akşamı Orgeneral Özkök söylediydi: “Türkiye’nin güvenlik ihtiyacını sağlamayan bir Kıbrıs çözümüyle, Türk’ün Anadolu’ya hapsedilme süreci hemen hemen tamamlanmış olacaktır”. Hükümet Türkiye’yi sivilleştirirken, kendisi de askerîleşiyor galiba…
* * *
Hani ben artık yalnızca Bodrum yazacaktım? Dalavera Mehmet abinin anıları arasında bir de Eşek Davası var. Tosunoğlu Memet, Prof. S. Erez’in “İstanköyaltı Bodrum”da çok övdüğü Ali Cengiz’in babası. Bir kış günü eşeğini yüklüyor ve köylere kekik, nane, elma yağı (size bu elma yağını ayrıca anlatacağım bigün) satmak üzere yola çıkıyor. Bugünkü Artemis Pansiyon’un oraya rasgelen dere yatağında eşeğin ayağı kayıyor, devriliyor, bir kilo elma yağı kırılıyor. Tosunoğlu Memet eşeği kaldırıyor, bi tokat vuruyor, bi de tükürüyor eşeğin suratına.
Bütün kaptanlar da o sırada, bugün Penguen Pastanesi olan iki katlı binanın yanında poyraza karşı siperlenmişler, güneşte ısınıyorlar. Dur diyorlar, şuna bir oyun oynayalım. Yargıca gidiyorlar, diyorlar “Hakim Bey, çağır şunu mahkemeye, eşeğe niye vurdu, bi de tükürdü!”. O zamanlar Bodrum’un nüfusu 400 var, televizyon yok. Yargıç hemen bir resmî celp çıkartıyor. Tosunoğlu Memet günü gelince gidiyor kalbi çarpa çarpa. Salona giriyor, namusuna vicdanına falan yemin ettirdikten sonra yargıç diyor: “Sen eşeğe bir tokat vurmuşsun, bir de tükürmüşsün?”. Memet kıkırdamalar işitince bir bakıyor ki, Bodrum’un bütün kulağıkesikleri orada. Diyor: “Hakim Efendi, kusura bakma, ama benim eşeğin bu kadar akrabası arkadaşı olduğunu bilmiyodum!”. Yargıç başlıyor gülmeye. “Haydi, beraat!” diyor.
Ben de bu Bush Dabılyu’nun Türkiye’de bu kadar akrabası arkadaşı olduğunu bilmiyordum. Hem de, ABD’nin mi yoksa İsrail’in mi başkanı olduğu belli olmayan, ama 2004’de bir daha seçilmeyeceği belli olan Dabılyu’nun bu kapana kısılmış zamanında. O zamanki Bodrum, şimdiki Türkiye’den çok daha rasyonelmiş…
* * *
Yerli Amerikalılarımız Bush’un zavallı durumundan o kadar şaşkına döndüler ki, Galiçya (bugün Polonya ile Rusya Federasyonu arasında bölünmüş bir yerdir) ve Yemen’e “vatan” demeye başladılar. Böylece, Irak’a asker gönderilmesini “vatana gönderiyoruz” diye meşrulaştıracaklar!
Sadece Bodrum yazacağız dedikse, her şeyin bir haddi var. Bu kadarı karşısında, müsaade ediniz, iki saniyeliğine ağzımdan baklayı çıkartayım:
Burada konumuz açısından iki farklı devlet türü söz konusu: Ademi Merkeziyetçi İmparatorluk ve Merkeziyetçi Ulus-devlet.
1) İmparatorluğun çekirdeği gibi, yayıldığı ülkeler de devlet açısından Mülk’tür. Sultan’ın mülkü. Osmanlı için Yemen gibi, Irak gibi. Amaç, bol toprak fethedip üç gün yağmaladıktan sonra vergi/haraç almaktır.
Birey açısından ise, bu topraklar, ancak orada doğup büyüyen yerliler, örneğin Yemenliler için “vatan”dır. Osmanlı Bulgaristan’ı fethettikten sonra orada doğan Türkler açısından ise Bulgaristan “vatan”dır, Türkiye de “anavatan”. Ama Anadolulu için Bulgaristan vatan falan değildir. Zaten, Erzurumlu için Sivas bile vatan değildir. Çünkü birey için vatan, ancak “ticaretin gittiği yerle sınırlı topraklar”dır. Çünkü ancak ulusal ekonomik pazardır ki, bireye bir millete mensubiyet duygusu aşılar. O olmadan, millet de olmaz, vatan da.
2) Ulus-devletlere gelince, onların yayılma alanlarına devlet açısından gavurca “koloni”, Türkçe “sömürge” denir. Fransa için Cezayir, İngiltere için G.Afrika gibi. Burada önce emperyalizm, sonra da fazla nüfusu (beyaz kolonlar) yerleştirerek genişleme söz konusudur.
Birey açısından ise, Cezayir, ancak orada doğmuş Fransızlar (beyaz kolonlar; pied-noir’lar) için “vatan”dır. Sömürgeye bağımsızlık vermek gerekince, anavatan Fransa’ya isyan ediverirler (1962). Daha geriye git: 1776’da Anavatan İngiltere’den silah elde Vatan’ı kurtaran “Amerikalılar” örneği var.
* * *
Bütün bunları, “Yemen vatandır, Bulgaristan vatandır” diyenler bilmez mi? Hem de nasıl bilir. Bunlar, Ulus-devlet gözlüğüyle İmparatorluk’a bakılamayacağının, yapmayı arzuladıkları işin adının “Alt-emperyalizm” olduğunun farkındadırlar. Ama, kimi için para kazanmak, kimi içinse koltuğunu korumak diye bişey vardır; bildiklerini çiğneyip yutmak lazımdır. Bu yutma sırasında, Osmanlı’nın mülk’lerini de millete vatan diye yuttururlar.
Ama, 1940’ların Bodrumunda Tosunoğlu Memet yutmamışsa, şu anda hiç mümkün değildir. Türk askeri, hükümetin Amerika’yla bozuşmaması veya müteahhidin para kazanması için Kan Banyosu Irak’a gitmeyecektir. O zamanki Bodrum gerçekten bu zamanki Türkiye’den daha rasyonelmiş.