Efendim, Bodrum’dan geldik, kafam bozulup erken emekliliğimi istedim, bir yıl öncesinden kararlaştırıldığı gibi üç aylığına İngiltere’ye gidiyoruz yarın yani 2 Ekim Pazartesi günü kargalar kahvaltı etmeden.
Kürsümüzden asistan arkadaşlarım dördü birden bugün uğurlamaya geldi. Kırmızı bir kalp içinde “Soğuk İngiltere günlerinde başınızı sıcak, evrakları kuru tutmak için” yazan, “Daima birlikte” diye ilave eden bir kasket ve bir evrak çantası getirdi. On yaşımdayım falan, Hayat Mecmuasında bir öykü okumuştum, “Semper İdem, Semper Fidelis”. Daima aynı, daima sadık. O aklıma geldi. Daha ne olsun, her hocaya nasip olsun, Allah razı olsun, asistanları da onlara yapsın.
***
Fazla santimantalleşmeyelim. Oradan da düzenli haberleşeceğiz ama, gider gitmez yazamam diye Bodrum’un son günlerini yazıp bırakayım. Haberiniz bile yok, Dalavera da sigarayı bıraktı. İlkokul 4’te başladığı sigarayı.
Biz Temmuz başında gittiğimizde epey tatsızdı. Muzip yüzü kararmıştı. Kahveye zor çıkıyordu. İştahsızdı. İçine kapanmıştı. Bastona dayanarak zor yürüyordu. Bir sabah kahvaltıya geldiğinde elinde ilaçlarının torbası vardı. Feyhan bir baktı, yarım alması gereken önemli bir ilacı yanlışlıkla günde iki tane alıyor. Hemen müdahale etti. Ben de fırsattan istifade dedim ki: “Memet abi, bu sigara seni bozuyor. Bu mereti bırakacaksın. Senin koluna bir bant yapıştıracam. Sigara içmek istemeyeceksin”.
Yüzü aydınlandı: “Sahi mi diyon Baskın bey?”. Dedim ki: “Tabii be abicim! Yalnız, dikkat et, bu bandın içinde nikotin var. Sigarada da var. Hem bant, hem sigara, dosdoğru gidersin tahtalı köye imamın kayığıyla. Verirler salânı minareden. Valla dinlemezler!”.
Bizim Dalavera ölmekten çok korkar, açık açık da söyler; ondan yararlanıyorum. Bir de beni sever, ona güvenerek ekliyorum: “Ölmek bir yana, benim de başımı yakarsın abi. Zaten savcılarla başım dertte (ben bu Azınlık Raporu hikayesinde Allah ne verdiyse sayarken Dalavera’nın rengi yeşile dönüyordu), bu herif yapıştırdı bunu buna deyip benim yakama yapışırlar!”.
Neyse. Dalavera’nın sol kolunun üstünü alkolle sildik, 20’lik Nicotinel bandını yapıştırdık. (Valla, yaşı benzemesin, içki içmesin diye rahmetli Yıldırım Önal’ın sırtına da bir alet koymuşlardı, o aklıma geldi!). Her gün tam saat 11’de yenilemesini söyledik. Allah razı olsun diye diye gitti.
***
Ertesi hafta kutu bitince geldi, ikinci kutuyu verdik, ama Dalavera dört kol çengi mübarek. Konuşmuyor, şakıyor. “Biliyon mu Baskın bey, hani yatıyom ya, yan dönüyom, göğsüm bi hırlıyo, hırr hırr, körük gibi; şimdi hırlamıyom artık!”. İştahı da fena açılmış. Anlatıyor:
“Dün öğlen Ali Doksan’a gittim (meşhur köfteci). Biliyon ya, akraba oluyo. Benden para almıyo. Ne zaman istersen gel, diyo. Bi paça söyledim. Yağlı yemek eyi değil ama, içim yağ bağladı. Sonra biraz dolaştım falan, geçiyom, el ettiler, orada da bi bamya bi pilav yedim. Biraz daha dolaştım, belediyenin ora gittim, Körfez’de (bizim Berk’in Müslüman Mahallesindeki muadili, eski ve çok iyi bir lokanta) bi de balık çorbası içtim ki, ağzına layık!”. Yani bir öğleden sonrada üç lokanta dolaştığına göre hazretin morali yerine gelmiş, birdenbire dirilmiş. Coştu, anlatıyor:
“Velioğlu Memet vardı (bunu ağzında koca bir lokma varken söylüyor, vallahi adamın adını anlayıncaya kadar üç kere tekrarlattım, sonunda Feyhan tercüme etti de anladım), bu Velioğlu Memet, soyadı Güvercin (kitabı okuduysanız aşinasınızdır, Dalavera herkesin soyadını bilir), mezara kadar paça yedi. Son zamanlarda yürüyemiyo, oğlu getiriyo taksinen, paça yiyo”. Paça yemesini böylece legalize etti ya, artık espri yapıyor: “Selam söyle dayıma / Hazırlık yapsın imamın kayığına”.
Soruyorum: “Memet abi, geçen gün Paris’te Kıbrıslı Rum bir kadına sordum yemekte, sizin dilde ‘Kopsi kefali’ diye bir deyim var mıdır diye, kafayı kesmek demekmiş, o kadar. İzmircede sünnet anlamına geldiğini söyledim, kadın çok güldü; “Bilmiyordum ama ben bu işi eskiden çok yaptım” dedi. Meğer cerrahmış. Sizin Bodrumcada var mıdır bu deyim?”. Dalavera da Feyhan da bilemediler. Yokmuş. Ama Dalavera atılıyor:
“Rados’ta Yunanlılar Türk’e kızdı mı ‘Komene’ derdi. ‘Kesik’ demek. Sünnetli demek istiyo”. Ondan sonra başlıyor karalmış sesiyle, Yunanlıların söylediği tekerlemeye: “Kopsi kefali / Vale çıkali”. Kes kafayı, koy tencereye demekmiş. Yunanlılar kurban bayramı gelince böyle laf atarlarmış Türklere Rodos’ta. Pardon, Rados’ta.
O sırada bizim Ahmet yetişti kahvaltının sonuna, bambaşka şeyler anlatkı: “Ulan, ne işler be! Sultanahmet Köftecisine adamın biri gelmiş, bizim garson Vanlı Hilmi’ye ‘Burayı tut, bir arkadaş gelecek’ demiş, kendisi yan masaya oturup bir çorba içmiş, gitmiş. Biraz sonra biri gelip o masaya oturmuş, bir çorba içip o da gitmiş. Arkasından sivil polisler gelmiş, ‘Şöyle şöyle bir adam gelip masa değiştirdi mi, telefon etti mi?’ demişler. Meğer herif uyuşturucuyu ilk masanın altına yapıştırmış, öteki herif gelip almış. Ne işler be!”
Hakikaten yahu, ne yapıyoruz biz, ne halt etmeye gidiyoruz böyle asistanların gelmediği, böyle paçaların yenmediği, böyle haberlerin anlatılmadığı Oxford’a? Ne halt etmeye, allahaşkına?