Baskın Oran

Biri varsa öbürü olamıyor: Tek adam rejimi ile hukukun üstünlüğü

Biri varsa öbürü olamıyor Tek adam rejimi ile hukukun üstünlüğü

Biri varsa öbürü olamıyor Tek adam rejimi ile hukukun üstünlüğü

Son yıllarda ve şu anda, bakkalımdan arkadaşlarıma kadar aynı soruya muhatap oluyorum: “Sen 12 Mart ve 12 Eylül’ü yaşadın. Şu andaki durum daha mı iyi daha mı kötü?”

Cevabım: “Şu andaki çok daha kötü. Çünkü o faşist askerî sıkıyönetimler sona erince dava açıp atıldığımız göreve dönebiliyor, haklarımızı da alabiliyorduk. Şimdi OHAL sona erdi ama dava bile açamıyoruz.”

Çünkü 1933’teki Reichstag Yangını’na benzer bir “Allah’ın bir lütfu” sayesinde 20.07.2016’da ilan edilen OHAL, 2 yıl içinde 7 kez uzatıldıktan sonra, AKP+MHP oylarıyla 3 yıl daha sürmek üzere Temmuz 2018’de beter hale getirildi, OHAL yetkileri cumhurbaşkanına ve valilere aktarılarak “kanunileştirildi”.

Cevabıma hep ekliyorum: “Bu düzen katiyen yürümez. Çünkü mehter usulüyle de olsa 1876’dan beri demokrasiye yürüyen bir ülkede uygulanabilir rezalet değil.”

Yine ekliyorum: “Baba Diyalektik: Istırabı çeken çekti ve hâlâ çekiyor, ama Türkiye müthiş aşılanıyor. Bundan sonra Siyasi İslam gider ve bir daha zor gelir.”

“Zor” yerine, karşımdakiyle samimiyetim oranında başka bir terim kullandığım da olmuyor değil.

***

Aslında, her şey Tek Adam’ın iki dudağı arasına girince ekonominin de pikeye geçmesi üzerine büyü çoktan bozulmuş, emareler belirmiş idi. Ama böyle durumlarda değişim için hep bir tetikleyici olay gerekir ki, 31 Mart İBB seçimleri bu görevi üstlendi. Getirdiği umut atmosferiyle birlikte Yargı mensuplarımız büyüyü üstlerinden silkelemeye, hukukun üstünlüğüne dönmeye başladılar gibi.

Gerçi daha epey iniş-çıkış olacak ama, bu “gibi”yi son 2 aylık medyadan kronolojik olarak özetleyelim. Tarihler, haberin yayınlanma tarihidir:

***

17 Haziran: Barış Akademisyenleri’ne yönelik soruşturmayı protesto için pankart açan öğrenciler beraat etti ve karar Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından oybirliğiyle onandı.

Bundan önce de Mart ayında Barış Akademisyenleri’ne emsal olabilecek bir karar çıkmıştı aslında: 2,5 yıl ceza verilen İHD üyesi Pişkin, İstinaf’ın “propaganda değil, eleştiridir” temelindeki kararıyla beraat etmişti.

Yargıtay kararı, Ankara Hukuk’tan Prof. Türkan Yalçın’ın Ocak 2019’da verdiği ve “varsayımlara dayanılarak kurulan bir hükmün doğruluğu vicdani kanaatle gerekçelendirilemez” diyen bilimsel mütalaayı da doğruluyordu

5 Temmuz: Ankara 23. İdare Mahkemesi, avukatlığın ‘kamu görevi’ değil ‘kamu hizmeti’ olduğunu belirtti ve KHK’yle atılmış yargıç adayının avukatlık başvurusunun, başında Prof. Metin Feyzioğlu bulunan Türkiye Barolar Birliği tarafından reddedilmesini hukuka aykırı ilan etti.

5 Temmuz: Yargıtay Ceza Genel Kurulu içtihat niteliğinde bir hüküm verdi. “Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır; yüksek de olsa olasılığa dayanarak ceza verilemez” dedi.

12 Temmuz: AYM Genel Kurulu, BirGün’de çıkan bir habere erişim engeli getirilmesinin ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti. Haber, 2015’te 28 kurşunla Şırnak’ta öldürülen Hacı Lokman Birlik’in cesedinin, boynuna ip bağlanıp zırhlı aracın arkasından sürüklenmesiyle ilgiliydi.

(Unutmadan: Bu gencin babası, oğlunun cenazesine katıldığı için şu anda “terör propagandası”ndan yargılanmakta.)

12 Temmuz: Ankara İdare Mahkemesi, hakkında kovuşturma bulunduğu için pasaportuna kısıtlama konularak yurtdışı eğitimine gitmesi engellenen gencin eğitim hakkının ihlal edildiğine karar verdi.

Av. Osman Yıldız’a göre artık, a) haklarında bir soruşturma veya kovuşturma bulunmayanlar; b) bulunduğu halde haklarında yurtdışı yasağı konmamış olanlar; c) konmuş olsa bile bu yasağı kaldırılmış olanlar; ilgili kuruma başvurmaları halinde ret cevabı alırlarsa, seyahat özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin dava açabilecekler.

***

Şu anda, Türkiye’nin KHK belasından büyük ölçüde kurtulmasını sağlayabilecek nitelikte bir gelişme var:

Gökçer Tahincioğlu’nun 13 Temmuz tarihli haberine göre AYM Genel Kurulu, 1.128 imzalı “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan Barış Akademisyenleri’nin açtığı davayı ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirmeye karar vererek Adalet Bakanlığı’ndan savunma istedi. Bakanlık, savunmasında iki noktayı ileri sürdü:

1) “Kamu görevlilerinin devlete sadakat yükümlülüğü vardır”.

Oysa yükümlülük varsa, her şeyden önce, devleti düzeltme yükümlülüğü var. O da hukukun üstünlüğünü özgürce dile getirmek suretiyle olabiliyor.

2) “Bildirinin yayınlandığı dönem önemlidir. O sırada Hendek olayları cereyan etmekteydi. Terör örgütlerinin yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bunlara başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapılması suçtur”.

Bir defa, Bildiri’de hiçbir örgütün övüldüğü, meşru gösterildiği filan yoktu. Devlet özel kuvvetlerinin, bodrumlara kapananlara karşı kasabaların göbeğinde top ve tank ateşi açmasıyla ortaya çıkan orantısız şiddetin suç olduğu vardı.

İkincisi, bildirinin yayınlandığı tarihte, JÖH ve PÖH kuvvetlerinin Sur, Cizre ve Silopi başta olmak üzere Güneydoğu bodrumlarında giriştikleri gayri ahlakî davranışların duvarlara yazılmış ve önünde Türk bayraklarıyla fotoğraf çektirilmiş örnekleri herkesin dilindeydi: “AŞK BODRUMDA YAŞANIYOR GÜZELİM 🙂  PÖH”.

Hacı Lokman’ın sürüklenme videosu ise Bildiri’den üç ay önce, 4 Ekim 2015’te, sürükleyen Akrep’in içinden iğrenç küfürler eşliğinde çekilerek yayınlanmıştı.

Bu davalar sürerken akademisyenler mesleklerinden atıldılar, kimilerine disiplin cezaları verildi, “terör örgütü propagandası”ndan dava açıldı, bir kısmı şu anda mahkumiyet almış durumda, ikisi de halen cezaevinde. Bazıları TMK Md. 7/2’den yargılanıyor, bazıları TCK Md. 301’den. Tam bir hukukî mezbele. Herkes de AYM kararını bekliyor.

Bekleyenlerden özellikle ikisini biliyorum:

1) CB Erdoğan. 6 Temmuz’da AYM’ye beşinci atamasını yaptı: Adalet bakan yardımcısı.

2) Sevgili öğrencim Prof. Füsun Üstel. O, Eskişehir Kadın Kapalı Cezaevi’de beklemekte…

***

Kıssadan hisse:

Honorable exit” (onurlu çıkış) kavramını biliriz de, 14 Temmuz’da yabancı medyada bizde pek duyulmamış bir kavram CB Erdoğan için kullanıldı:

Timely exit”. Görevi vaziyet daha da berbatlaşmadan bırakmak.

***

Yazıyı gönderdikten sonra bir haber daha geldi: Özgür Gündem nöbetçi yönetmenlik davasında ilk üç beraat: Erol Önderoğlu, Ahmet Nesin ve Şebnem Korur Fincancı.

Şimdi bir tane daha geldi, ekliyorum: AYM, YÖK başkanına öğretim elemanları hakkında doğrudan soruşturma açabilme yetkisi veren kuralı, “bilimsel özerkliği zayıflattığı, YÖK’ün denetim yetkisini aştığı” gerekçesiyle iptal etti.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı