Baskın Oran

“Başörtüsüne evet, mini eteğe hayır”, öyle mi?

Bakın, ilginç ama tatsız bir öyküdür. Geçenlerde odama iki öğrenci geldi.

Bizim Mülkiye’de öğrenciler bir topluluk (dernek) kurmak istedikleri zaman bir öğretim üyesine başvururlar, o kişi  danışmanları ve sorumluları olur ve dekanlıkla ilişkileri yürütür. Benden, danışmanları olmamı istediler. Açıksözlü de davrandılar; kendilerinin İmam-hatip olduklarını söylediler. Benim için bişey fark etmeyeceğini söyledim. Daha önce başvurdukları öğretim üyelerinin bu yüzden danışmanlıklarını reddettiklerini, benim hoşgörülü bir hoca olduğumu öğrendiklerinden bana geldiklerini söylediler.

Şunları söyledim: Ben demokrat ve hoşgörülü olmakla övünürüm. Sizin danışmanınız olurum.  Derneğinizin yasal haklarını da dekanlık nezdinde dile getiririm. Yalnız, siz bana fikirlerinizin ne olduğu iyice anlatın. Bunun için de şu sorularıma içtenlikle cevap verin:

1) Ben, 12 Eylül’ün en berbat zamanlarında, başörtüsüyle fakülteye gelmeyi  dişimle tırnağımla savundum. Siz de bigün mini etekle gelmek yasaklanırsa, bunu bir özgürlük kısıtlaması sayıp  karşı çıkar mısınız?

2) Bugünlerde Temel İçgüdü filmi yasaklandı. Ne diyorsunuz?

3) Artık herkesin kolunda alarmlı saat var. Ayrıca, dünyanın her yerinde kıbleyi gösteren ve ezan vakitlerini haber veren saatler sebil gibi satılıyor. Sabahın köründe sonuna kadar açılmış hoparlörden yükselen ve üstelik çok çirkin okunan ezan sesi beni uykumdan zıplatıyor. En azından sabah ezanının hoparlörsüz okunmasına ne dersiniz?

Birbirlerine baktılar. Ama dürüst çocuklardı ki, özetle şu yanıtları aldım:

1) Hayır. Dinimizde belli ölçüde örtünmek farzdır.

2) Onaylıyoruz.  Bu film hem dinimize, hem genel adaba aykırıdır.

3) Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede ezan sesi duyulması normaldir.

Yalnız, karşımda solumda oturan öğrenci bu noktada bir şey daha ekledi: “Zaten, Müslümanlarla olmayanlar ayrı ayrı mahallelerde oturacaklar, bu yüzden zaten rahatsız olmayacaksınız ezan sesinden hocam” dedi. Diğer çocuk ise söz alarak, bu fikre katılmadığı belirtti.

Bu durumda kusura bakmamalarını, danışmanlıklarını kabul edemeyeceğimi, ama düşünmelerini, bu sorulara içtenlikle olumlu yanıt verebileceklerse, benim de kararımın değişeceğini söyledim. “Ama bu imkânsız, hocam. Çevremiz ne der?” dediler. Üzgün bir biçimde çıktılar. Ben de üzüldüm.

Üzüldüm ama, bu işler artık böyle. Bu yaştaki delikanlılar  özgürlük hakkında böyle düşünüyorlar! Çoğunluk oldun mu, azınlığı ezme hakkına sahipsin! Her yıl bin beş yüz tane artan ve geçen yıl sayıları altmış sekiz bin olan camiler, bilmemkaç yüz metrelik çap içinde bira içirtmiyor. Doğru aksanla Türkçe konuşmayı beceremeyen “müezzin”ler, makam duymamış akortsuz çatlak seslerini, dört yöne konuşlandırılmış dört hoparlörden bilmemkaç desibellik çığlıklar halinde bilmemkaç kilometreye fışkırtarak her sabah ezanı yeniden katlediyor ve  değme mümini dinden buz gibi soğutmaya soyunuyor. Bunlar çerez. Ya, farklı mezhepten (Alevi) olan Müslümanların şenliğine gelenlerin diri diri yakılmasının mazur, hatta haklı gösterilmesi?

Bunların sorumlusu kim? Bundan kim utansın? Bunu da yarınki son yazıda konuşalım.

Yarın: Devlet utansın!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı