Kısaca söylersek, dünyada birbirine temelde zıt iki ana sistem var: a) Parlamenter sistem; bizimki; b) Başkanlık sistemi; ABD’ninki. Anayasanın yazımı başlamış, Başbakan Yd. Bekir Bozdağ çıkıyor, başkanlık sistemini tekrar ısıtıyor. Tek sebep: Erdoğan üç kere seçilmiş, tüzük yüzünden bir daha seçilemez, başkan olsun, bir de Y. Akbulut bulsun. Anayasa yapma ortamı zaten yoktu, tamamen sıfırlanıyor. Çünkü anayasalar iki temel kısımdan oluşur: 1) Bireyin özgürlükleri; 2) Bunu gerçekleştirecek devlet yapısı. Şimdi ikisi de mafiş. Sırayla alalım.
Bireyin özgürlükleri mafiş
AKP bu ülkeye bugüne kadar en fazla özgürlük getiren parti oldu. Sadece şuradan hesaplayın ki, bu memleketin tarihsel olarak En Alttakiler listesinde No. 1 olan Gayrimüslimlerin yaklaşık tamamı, No. 2 olan Kürtlerin de yarısı, “İslamcı” AKP’ye oy veriyor. Fakat, iki vahim olgu bir süredir Erdoğan’ın “yerleşik özelliği” oldu ve ortalığı dağıttı: a) Ota ağaca ânında sinirlenmesi; b) Öfkesini kontrol edememesi. Böyle bir kişilikten başkan olur mu? Koskoca medya, ayyuka çıkarılacak önemde haberleri (mesela, Uludere katliamını veya başbakanın “Tek Din” demecini) vermeye cüret edemiyor.
Yumurta atan öğrenciye 5 yıl, ‘AKP defol, üniversiteler bizimdir’ diye bağıranına 2 yıl (Radikal, 18.03.2012). Poşu takan öğrenciye 11 yıl 3 ay, poşuya da müsadere (Radikal, 12.05.2012). Taşıdığı pankartı okuması olmayan Siirtli Vesile’ye, savcıyı bile isyan ettirmecesine, 8,5 yıl (Sabah, 29.03.2012). Bunun adı terör değil de nedir? Böyle bir ortamda, temel yasalardan antidemokratik hükümler ayıklanmadan bırak anayasayı, hatıra defteri yazılamaz.
Devletin temel yapısı?
Gelelim ikinci temel unsura. Allahınızı severseniz, yumurta kapının ağzına gelmişken, devletin temel yapısını A’dan Z’ye değiştirecek öneri yapılır mı? Dahası, başkanlık sistemi için temel koşulların hiçbiri yokken: 1) Durmadan hükümet bunalımı olması (ör. 1950’lerde Fransa), 2) Köklü rejim değişikliği ertesi durum (ör. Azerbaycan, Ermenistan) 3) Diktatörlük geleneği (L. Amerika), 4) Çeşitli sebepler yüzünden güçlü lider ihtiyacı; 5) Ülkenin çok farklı halk ve bölgelerden oluşması. Sırayla gidelim.
Birincisi, hükümet bunalımı falan yok, tam aksine, yürütme ile yasamayı tek elde toplaması sebebiyle fazla güçlü, “Tek din” demeye bile cesaret edebilen bir başbakan ve hükümeti var. İkincisi, Türkiye 1923’ten beri parlamenter sistemle yönetiliyor ve buna Atatürk bile tevessül etmedi. Üçüncüsü, Türkiye, gelişme yolundaki ülkeler içinde demokrasi geleneği en kavi olanların başında. Hatta, bir süredir numune diye gösteriliyor. Dördüncüsü, Türkiye’nin güçlü lidere ihtiyacı yok. Fiilen bu kadar güçlü olan Erdoğan’a şimdi bir de hukuki kılıf isteniyor.
Rezaleti hatırlayın, daha geçen Cumartesi oldu ve ben Can’ın (Dündar; Milliyet, 12.05.2012) bahsettiği “azınlık”tan olduğum, yani futbolla şükür hiçbir alâkam bulunmadığı için, rahat konuşabilirim: Fenerbahçe yönetimi stadın elektriklerini kapıyor, çim sulamayı açıyor. Galatasaray kupayı üç saat boyunca alamıyor. Adını Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM’nin devasa kaçak katından hatırladığımız Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, kupanın, klimaları da kapatılınca hamam olmuş soyunma odasında alınmasını öneriyor (Milliyet, 13.05.2012, s. 37). İstanbul vali ve emniyet müdürünün izlediği maçta emniyet güçleri futbol zontalarına teslim oluyor. Heriflerin vandalizmi: 9 polis otosu, 6 ambülans, 1 itfaiye aracı, sayısız reklam panosu ve esnaf dükkânı (Milliyet, 14.05.2012, s. 31; Türk Yargısı 1 kişiyi tutukladı). Ve, başbakandan bi telefon, kupa sahada veriliyor derhal. Kameraların ışığında. Böyle bir ekstrem rezalet olabilir mi, hem kupanın verilmeyişi hem de verilişi açısından? Bir de, Allah esirgeye, ya bunların onda birini Kürtler yapsaydı?
Gelelim başkanlığın nimetlerine
Gelelim beşinciye. Biraz duralım çünkü farklı bir şey söyleyeceğim: Hadi bakalım; ben de Türkiye’de başkanlık sistemine varım. Ama, şu önkoşullarla:
1) Anayasanın, önce, alabildiğine gerçek ve geniş bir ademi merkeziyetçi sistem temelinde yazılması. Aynen 1921 Anayasasında olduğu gibi. Ki, Batı Trakya Türklerinin bunca yıldır uğradığı baskıları 1995’ten sonra minimuma indiren şey yapılabilsin: Valilerin seçimle gelmesi.
2) Seçim barajının yüzde 3’e inmesi. Ki, farklı fikirler ve bölgeler temsil olanağı bulsun.
Eğer sayın başbakan bunlara varsa, ben de kendisine varım. Çünkü hem böyle bir yapıda Başkanın diktatörlük yapması mümkün değildir, hem de bu ülkeyi Kürt meselesinden kurtaracak tek çözüm ademi merkeziyettir. Ama maalesef AKP’nin buna zerre kadar niyeti olduğunu sanmıyorum. Çünkü şimdiden yastığını yapmaya başladılar: B. Bozdağ: “Başkanlık demek federasyon demek değildir. ABD’de cari bir sistem Türkiye’de de olacak diye bir şart yok”. H. Çelik: “Yerinden yönetim, daha çok özerklik eyalet sistemi anlamına gelmez. Büyükşehir belediye sistemimiz zaten buraya doğru gidiyor” (Radikal, 16.05.2012). Bravo. Bakın, şuraya yazıyorum: Bu arkadaşların niyeti başbakanlarına iş bulmak. Başka bir şeyse, çok şaşarım ve alkışlarım.