Baskın Oran

Azmettirici olarak devlet

“Deniz Kuvvetleri eski komutanı E.Oramiral İ. Erdil, haksız mal edinmekten kesinleşen 2 yıl 6 ay cezasını çekmek için Saray Savcılığı’na teslim oldu”. Bu, fevkalade önemli ve bir o kadar öğretici bir haber. En azından üç açıdan:

1) Askerleri cidden kutlamak lazım. Ama, haberi tersinden okursan, devletin asker kanadı sivil kanada bir fark daha attı. Çünkü siviller yolsuzluklara İzmir deyişiyle “elleşmiyor”; çünkü herkesin kendi “Aşil Topuğu” yani zayıf tarafı var. Şimdi, TSK’nın en güvenilir kurum olduğu inancı kitleler arasında biraz daha pekişecek ve demokrasinin gücü ile askerin gücü tamamen ters orantılı olduğu için “malum durum” devam edecek.

2) Askerler yolsuzluklara göz yummuyor ama, başka şeylere göz kırpıyor. Şemdinli daha olur olmaz Gen.Kur. Başkanı Büyükanıt baş sanık astsubay için demeç verdi: “Tanırım, iyi çocuktur”; daha ne desin? Can Dündar’ın 6 Şubat 2007 tarihli “Neden” programında emekli MIT yöneticisi, “Harp Okulu mezunu” Nuri Gündeş “Biz bunları (yani, mafyayı) Ermenilere karşı kullandık. A. Çakıcı’nın gözlerinden öperim” dedi, daha ne desin? Bu programdan sonra Can’ın tehdit edildiğini de hatırlayalım.

Ya, bu su yolunda kırılan değil ama çatlayan nadir testi E. Yarbay Korkut Eken’e emekli paşaların verdiği muazzam destek? E. Orgeneraller Doğan Güreş, Necati Özgen, Hasan Kundakçı ve Cumhur Evcil demeç vermişlerdi: “Yaptıkları bilgimiz dahilindeydi. Efsane olmuş insandır. Cezaevine girmeyi hakketmemiştir”. (Bu paşalar hakkında “suç sayılan cürmü övmek”ten soruşturma açıldı ve “düşünceyi açıklama hürriyeti” gerekçesiyle takipsizlik kararı verildi. Demokrasi herkese bir biçimde lazım oluyor).

Daha önce ayrıntısıyla yazdığım için E. Korg. Altay Tokat’ın yargıç ve savcılara bomba attırdığını, E. Org. S. Yirmibeşoğlu’nun 6-7 Eylül’ün yapılması hakkında verdiği çok ilginç bilgileri vs. vs. tekrarlamıyorum. Daha güncel bir gelişmeye yer ayırmam lazım: Şimdi, devletin askerî kanadının olayı “profesyonel”leştirdiği yazılıyor. Güneydoğuya gönderilen erlerin ve yedeksubayların yerine profesyonel ordu gönderilecek. Son derece doğru bir karar ve keşke daha önce akla gelseydi. Ama, acaba başka bir profesyonelleştirme daha yok mu: Devletin “resmî” asker kanadına değil ama, “gayrıresmî” asker kanadına mensup birtakım devlet görevlileri yasalardan ve anayasalardan almadıkları (tekrar ediyorum: almadıkları) birtakım “yetki”leri kullanırken bugüne kadar mafyayı devreye soktular. Ama mafya işin suyunu çıkarınca yani devletin yarı-resmî adamı olma unvanını kullanıp kendi cebine çalışmaya başlayınca bu “birtakım yetkililer” bundan galiba vazgeçti.

Bunu şuradan anlıyoruz ki, şu sıralarda emekli yüzbaşılar ve binbaşılar pıtrak gibi ortaya dökülüyor. Cephanelikleri bulunuyor. “Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi” bunlardan sadece bir tanesi (S. Arıkanoğlu, Radikal, 04.07.2007). Darbe planlamaktan başlayarak, bunlarda yok yok: Tehdit, işyeri kurşunlamak, ihaleye fesat karıştırmak, resmî belgede sahtecilik, tarihi eser kaçakçılığı, yasadışı bağış toplama, sahtecilik, kimi askerler ve yargı mensuplarıyla “sıkıfıkı” olmak, ev alacağız diye şehit eşi dolandırmak.

Şehit eşi dolandırmak ve vatanseverlik? Yahu, bunların binde biri doğruysa, biz yanmışız. Bizi yakmışlar. Şimdi, bu yüzbaşı ve binbaşılar, bunca “emir-komuta zinciri” alışkanlığından sonra bunları bunlar “tek tabanca” mı yaptılar diyorsunuz? Ben bilemiyorum; sadece soruyorum. Gelelim üçüncü hususa.

3) Devletin sivil kanadı, suçu önleyecek yerde, neredeyse azmettirici gibi çalışıyor. Çünkü cezalandırmıyor. Örnek bol. Malatya fecaatini alalım: Misyonerler 4,5 saat boyunca hayaları kesildikten ve makatlarına bıçak sokulduktan sonra boğazlandılar. Bakalım dava sonucu ne olacak ama, misyonerlere karşı kışkırtanlara ne yapıldı? Devlet Bahçeli “Misyonerler masum değil” dedi (Radikal, 22.04.2007). Erzincan İl Müftülüğü “Misyonerlik, Satanizm, Zararlı ve Yıkıcı Faaliyetler” diye panel düzenledi (Tolga Korkut, Bianet, 19.04.2007). Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Prof. Bardakoğlu (aslında, değerli bir insandır) NTV’de 05.05.2007 tarihli canlı yayında “İnsanlarımızı misyonerlik hakkında elbette uyarırız” dedi. Peki, DİB’de “Misyonerlik Takip Komisyonu” oluşturulduğunu biliyor muydunuz? Ya, DİB’in “Misyonerlik Bilgi Bankası” için harekete geçtiğini? (E.A. Yavuz, Zaman, 16.03.2005). Acaba, bu arada devletin resmî dini “Din-i İslam” oldu da biz mi duymadık? Bir de “laikiz”, öyle mi? Ecevitler bu konuda “Din elden gidiyor” dediler. Cumhuriyet Mitingleri’nde laik profesörler kürsüden haykırdılar: Hıristiyan misyonerliği başını alıp gitmektedir” ve “Elimize bedava İncil tutuşturuluyor”.

Şemdinli’ye geçelim. Zavallı savcı Gn. Kur. Başkanının adını geçirdi diye meslekten atıldı, avukatlık bile yapamıyor; yakında fırıncıya da söyleyecekler ekmek vermesin. Meseleyi askerî yargıya nakletmek istediler. Üç kişilik yargı heyeti karşı çıkınca birkaç gün önce HSYK her birini ayrı yere tayin etti. Başkanı da düz yargıçlığa indirerek (Radikal, 29.06.2007). Yargıtay “keşif yapılmamış” diye bozmuştu, heyet keşif yapmak istedi, vali “Olay çıkarsa bağımsız adaylara yarar” diye izin vermedi (Kemal Göktaş, Vatan, 30.06.2007).

Hrant’ın katline geçelim. Enseye sıkılan kurşunla sonuçlanan süreç, İstanbul vali yardımcısının Hrant’ı çağırıp, MİT mensupları huzurunda, Sabiha Gökçen haberi hakkında “uyarması”yla başladı. Acaba, bu vali yardımcısı, 22.02.2004 tarihli Genelkurmay basın açıklamasında bu haberin “milli duyguları kötüye kullanan, tehlikeli, sorumsuz” olarak nitelenmesinden etkilenmiş olabilir mi? Devam edelim. Trabzon’a gidip de diğerlerini yakmasın diye O.S’yi Samsun’da tutukladılar. Birlikte resim çektirmeyi “ağzından daha kolay laf almak” olarak izah edip akladılar (Radikal, 04.07.2007). Şimdi de sanıkların Emniyet tarafından terör örgütü değil de “arkadaş grubu” olduğunu öğrendik (Radikal, 04.07.2007).

Buraya çok dikkat: Çünkü DGM yerine bakan Ağır Ceza mahkemeleri bir örgütün terör örgütü olup olmadığını kendisi araştırmıyor. İçişleri Bakanlığı’na soruyor, oradan ne yazı gelirse ona göre karar veriyor. Acaba şimdi mesela “Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi”nin terörcü olup olmadığını mahkeme kime soracak dersiniz?

Bizim Dalavera Memet abi, bilemezsiniz mazarrat yazmaktan sizlere onun ölümünü bile yazamadığım için nasıl azaplar içindeyim, çocukluğunda her çocuğun yaptığı cinsten bir “arak” yapınca annesinden “dut dalıyla” dayak yediğini, onun için hayatında hiç dürüstlükten sapmadığı anlatmıştı; bizim kitapta vardır (s. 34-35). İşte, ebeveyn bunun tersini yapınca çocuğu suça teşvik etmiş oluyor. Cezalandırılmayan çocuk daha büyük suçlar işlemeye özendiriliyor. Ebeveynin yerine devleti koyun, özendirmenin yerine de azmettirmeyi; “Terör Sorunu”nun karanlık yüzünün peçesini açarsınız.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı