Bodrum – Burada bir spor hocası Betül var. Psikolog kökenli, son derece ilginç ve pratik zekâlı bir hatundur. İki gün önce telefon etti: “Şekerim! Bu YÖK tartışmasından kafam karıştı. İki tane sorum var! Birincisi: Cumhurbaşkanı Sezer’in listeyi geri göndermeye hakkı yokmuş, ikincisi, bu Kemal Gürüz şeriatçılarla mücadele ediyormuş?”
Betül, son derece önemli iki “dezenformasyon”dan (bilinçli olarak yanlış bilgi yayma) bahsetmekteydi. Birincisinden başlayalım:
Eğer yasa metnini “sübhaneke sümbül teke” gibi okursan, “yasa” olarak YÖK haklı. Çünkü yasası “Öğretim üyelerinin gizli oyla seçeceği 6 isim arasından YÖK’ün seçeceği 3 kişi atanmak üzere cumhurbaşkanına sunulur” diyor.
Ama YÖK “hukuk” olarak haksız. Sen kalk, öğretim üyelerinin demokratik seçimde 449 ve 389 oy verdiği ilk iki adayın ismini sil, yerlerine 1’er oy almış iki kişi koy, 142 oy almış üçüncüyü de “Bunu seçeceksin cumhurbaşkanı efendi!” der gibi bunların tepesine oturt, Sezer’in önüne at. Bir “yasa”nın verdiği yetki ancak bu kadar “hukuksuz” biçimde kullanılır! Sezer bu üçüncü ismin üzerine mührü bastırıverseydi çok mu hukuka uygun davranmış olacaktı?
Diğer yandan, devletler hukukundaki bir ilkeyi hatırlatmakta yarar var: Bir haksız fiille karşılaşan devlet, bunu bir başka haksız fiille savuşturmak zorunda kalınca, (orantılı davranmak şartıyla) meşru bir iş yapmış olur çünkü birinci haksız fiilin haksızlığı ikincisini meşru kılar. YÖK’ün koskoca cumhurbaşkanını böylesine berbat bir duruma sokması karşısında Sezer’in listeyi bir daha incelenmek üzere iadesi tamamen bir orantılı davranma biçimidir ve meşrudur.
Üstelik, listeler Demirel zamanında kamuoyuna duyurulmadan mekik gibi gidip gelir ve düzeltilirken ne oluyordu? YÖK biraz devlet terbiyesine uygun davranıp önceden gayrı resmî olarak nabız yoklasaydı bunlar olur muydu? Haa, belki de YÖK, üniversite özerkliğini kıskançlıkla koruduğu için böyle davranmıştır; onu bilemem tabii!
Betül telefonda bir de YÖK’ün laikliği savunmasını sordu. Soruyu duyunca, benzetmek gibi olmasın, aklıma haraç erbabı geldi.
Bunlar, bir dükkanın cam-çerçevesini geceden kırdırtırlar, sabahleyin de sahibine gidip “Geçmiş olsun. Her ay şu kadar ver de, seni bu çakallara karşı koruyalım” derler.
12 Eylül cuntası emretsin; öğretim üyesi var mıdır yok mudur, daha önemlisi, köy ortamında özerk bilim yapılır mı yapılamaz mı hiç aldırmadan her kasabaya bir “tabela üniversitesi” açsın, bu kasabaların avukatları da “Ula! Memlâkattakı bakkal çakkal sebeplensin, velet de gözümüzün önünde okusun!” diye aynı yolda devam etsin.
Sonra, bu kasabalarda İslamcılar kaçınılmaz olarak egemenliği ele geçirince, yine 12 Eylül’ün YÖK’ü, buralarda rektörler İslamcı oluyor, “laiklik elden gidiyor!” diye seçimleri kuşa çevirsin! Üstelik, laikliğin kalesi İzmir gibi yerde!
Şimdi, YÖK bir buçuk ay önce Başbakanlık’tan gelmiş ve üniversitelerde irticaın önlenmesini isteyen gizli bir yazıyı tam bu sırada basına sızdırarak kendini savunuyor! Artık, siz yorumlayın bu memlekette Atatürkçülüğün nasıl kullanıldığını!
Asiye nasıl kurtulur?
1) Tabii ki, YÖK’ü gizli genelgelerle güçlendirerek değil. Derhal, bu fırsatı kullanıp YÖK yasasını derhal baştan sonra demokratikleştirmek gerekir. Sessiz sedasız durup duran Sezer, Türkiye’nin hiç umulmadık bir anda nasıl bir devlet adamına sahip olduğunun tüyosunu bu vesileyle ve çok çarpıcı biçimde vermiştir.
Hem de; istisnasız herkesin istisnasız her eyleminden şikayetçi olduğu bir kurumun, yasadan kaynaklanan yetkisini hukuk dışı kullandığı bir anda, MHP eğilimli başkanının da MHP tarafından evlatlıktan reddedildiği bir sırada!
2) Derhal, üniversiteler ikiye ayrılmalıdır: Gelişmemiş ve gelişmiş. Birincilerin rektörleri, İslamcılar buralardan tasfiye olana kadar ister istemez denetime tabi olacaktır ve bu ayıp da sadece ve sadece 12 Eylül’e ve kasaba avukatlarına aittir. İkincilerinkine hiçbir müdahale olmamalıdır.
3) Derhal, rektörler müteahhitlikten kurtarılmalıdır. İnşaat ve tamir işleri, üniversitece denetlenecek uzman memurlara bırakılmalı, rektörler eğitimin ve hocaların kalitesinden başka bir şeyle uğraşmamalıdır. Şu anda tam tersini yapan iyi rektör ve dekan sayılıyor!
4) Anımsayacaksınız; bir zamanlar TRT genel müdürü bu memleketin en önemli adamıydı ve işi de ülkenin en zor işiydi. Çünkü, bütçesini devletin verdiği TRT, politikacıların tek cirit alanı olmak nedeniyle pek stratejikti.
Özel kanallar kuruldu, bitti. Özelini kurmakla üniversite katiyen düzelmez ama, üniversiteyi bedava olmaktan kurtarmadan YÖK yasasını değiştirmek çare değildir.
Bazıları hemen saldırmasınlar, lütfen paragrafın sonuna kadar sabretsinler. Üniversiteyi paralı yapacaksın ki, hem çok yaygın ve doyurucu bir burs sistemiyle parası olmayan okuyabilsin ve insan gibi yurtlarda kalabilsin, hem A. Savaş Akat’ın Sabah’ta yazdığı gibi (20.07.2000) bugün bedava okuyan orta ve yüksek gelirdeki öğrencilere vatandaşın kesesinden yapılan gereksiz ve haksız sübvansiyon artık sona ersin. Ama herşeyden önemlisi, mali özerkliğe kavuşacak üniversite YÖK’ün ve politikacıların oyuncağı olmaktan kurtulsun.
Yoksa, yasayı ne kadar değiştirsen, Pek Muhterem Doğramacı’nın “Ben olsam 1 oy alanı tayin ederdim, çünkü meslektaşlarından en az destek gören en bağımsız yönetici olur” (yani, yukarıya o kadar bağımlı olur) kafası itlâf edilemeyecektir.