Baskın Oran

Sakallı Celal Bodrum’da

Ege’de son haftamız. Heyetin bir kısmı Aydın’a gitti, ben ise 22 Çarşamba günü 17.00-20.00 arası TkMM toplantısı için Bodrum’a. Burada, artık pek alıştığımız, girişte Türk bayraklarını sopa gibi sallayan marjinal protesto grubu yok. İçeriye de, şapkadan tavşan gibi koynundan bayrak çıkarıp milli marş ve saygı duruşu isteyen kimse sızmamış. Önce ben kısa bir konuşma yapıyorum. Türkiye’yi tüketen bu felaketin artık bitirilmesi için önce silahların terki, sonra ademimerkeziyetçi reformlar, sonra da iki taraflı bir rehabilitasyon gerektiğini anlatıyorum.

İlk defa olgun toplantı

TkMM formatına uygun olarak, önce “sadece soru”lar başlıyor. İnsanlar en çok reform aşamasını merak ediyor. Devlette mutabakat bulunup bulunmadığını, uygulanmazsa neler olabileceğini, yeni kalekollar ve yeni korucular haberlerini soruyor. Başkanlık hakkında derin endişe belirtiyor. Yıllardır tanıdığım ak saçlı Yüksel Hanım soruyor: “Anayasa yapılmadan ademimerkeziyetçilik olabilir mi?” Anayasadaki Türklük kavramı, üniter ile federal devlet, ulusal devlet ile ulus-devlet, entegrasyon ile asimilasyon, bunlar konuşuluyor. “Kürt sorunu mu, Türk sorunu mu?” deniyor. Yanımdaki tahtaya şemalar çizerek, Mülkiye’de yıllarca verdiğimin güncellenmiş ve daha anlaşılabilir biçimini anlatıyorum. İki saat oldu, “Hiç buradaki kadar olgun bir toplantı yapmadık” diyorum. 19.00’da on dakika ara veriliyor. 20.00’de bitecek.

Ara verince genellikle salon seyrekleşir. Burada da gitmek zorunda olanlar teşekkür edip ayrılıyorlar. Ama tekrar başlayınca, salonun tekrar dolduğunu memnuniyetle görüyorum. TkMM formatına göre, bu aşamada, ismini yazdıranlardan beş dakikayı geçmeyen “yorum-soru”lar gelecek. Önce arkalardan bir dinleyici kalkıyor, “Atamıza faşist dedirtmeyiz! Onu Hitler’le mukayese edemezsiniz! Hakaret edemezsiniz! Burada Öcalan yüceltildi!” diyor. Bir alkış kopuyor etrafındaki 7-8 kişiden. Afallıyorum; neler oluyor birdenbire. Üstelik ben diyorum Çanakkale Boğazı, hazret anlıyor Yandı Canımın Ağzı. Dahası, Atatürk’e hakaret ettin demenin, Sevan Nişanyan’a Hz. Muhammet’e hakaretten 13,5 ay ceza vermekten farkı ne?

Hava birdenbire niye bozdu?

Durumu anlamak için düzenleyici arkadaşlara bakıyorum, bir tanesi elini kulağına götürerek telefon işareti yapıyor. Bitince anlatacaklar: Ara verilince, hemen telefonla İP’li-TGB’li “bindirilmiş kıta” getirtilmiş; dinleyici sayısı bu sebeple azalmamış…

Çanakkale Boğazı dediğim aynen şu: “Atatürk, zamanının yani 1920-30’ların en ileri uygarlığı olan Batı Avrupa’yı aldı, getirdi. Fakat o günün Muasır Medeniyet’i bugünkü Çağdaş Uygarlık’tan çok uzaktı. Diktatörlükler, hatta yarı faşist yönetimlerle doluydu. Atlantik kıyısındaki Salazar’dan doğuya doğru gelirsek İspanya’da Franko, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, Yunanistan’da General Metaksas… Yani o Avrupa, bugünkünün antiteziydi. Ama, savaştan yeni çıkmış bir ülkede Atatürk’ün rejim icat edecek hâli yoktu. En medeni ne varsa onu aldı. O günlerde onu almak normaldi ama, bugün onu uygulamak anormaldir.” 

(Ben tam bunları yazarken, olgun yaşta bir sanatçıdan çok ilginç bir ileti geldi : “Siz nasıl olur da ‘Atatürk’ün hâlsizliğinden’ söz edebilirsiniz?           Nasıl ‘onun mecâli yoktu’ gibi, kerevette uyuklayan bir ihtiyar resmi çizersiniz? Hangi hakla, hangi vicdanla? Acaba bu resim size hazır olarak mı verildi?”)

Ardından, söz almaksızın, gulgule içinde ayağa fırlayanlar. Eski bir CHP ilçe yöneticisi bağırıyor: “Bu süreç emperyalist Amerika’nın emriyle başladı”. Aldırmayıp devam etmeye çalışıyorsunuz, daha önce hükümetin yaptığı vahim yanlışları konu eden bir soru gelmiş, ona cevap verirken diyorsunuz ki: “Erdoğan şu anda Atatürk’ten de kuvvetli çünkü çoğunluk oyuna dayanıyor; arkasında an az yüzde 51 var. Bu beni korkutuyor. Karşısında denge unsuru yok”. Bunun üzerine birkaç kişi birden fırlıyor: “Atatürk’ü Tayyip’le nasıl mukayese edersin!”

Oturum başkanı kendini paralıyor, söz almadan konuşulmasın diyor, ama devam etmek fizik olarak imkansız. “Formata uyulmazsa ben devam edemem” diyorsunuz, ortalık biraz duruluyor, bir kadın dinleyici kalkıyor: “Ben iki üniversite bitirdim, şimdi de hukuk fakültesi okuyorum, dediklerinizden hiçbir şey anlamadım. Bütün bunlar emperyalizmin oyunu!” Etrafından yine alkışlar. Herhalde bir kavrama problemi yoktur, çünkü çok okumuş. Ama galiba sorun da tam burada. Ortam daha fazla gerilmesin diye diyemiyorsunuz ki, hanımefendi galiba sizin durum Sakallı Celal’i haklı çıkarıyor: “Bu kadar cehalet, ancak tahsille mümkündür”.

Arkasından, bir başkası yine söz almadan bağırıyor: “Kemalizm öldü diyemezsiniz!” Ağzımdan ne zaman böyle bir söz çıktı, hiç olmazsa yalan söylemeyin, diyorsunuz, bu sefer başlıyorlar vay sen nasıl yalan söyledin dersin, diye. Size önemli bir tespitimi söyleyeyim mi: “Dünyanın en acı şeyi, haklı insanın kendini savunmak zorunda kalmasıdır”.

O gece, Sözcü gazetesi veb sitesi manşeti atıyor: “İşte Tayyip’in Akili. Baskın Oran: ‘Atatürk faşistti’”.

MHP’nin Bodrumlusu

Bindirilmiş Kıta geldikten sonra konuşmanın imkansızlaşması ortamında yine de birkaç şey söylemeye çalıştım. M.S. 55’te Pamukkale’de doğan Epiktetos’u hatırlattım: “Bildiğini sanan kişiye öğretemezsin”. Kürtlerle artık eşit olmaları olasılığı karşısında Türklerin 2013 yılında verdikleri bu büyük tepkinin, 1839 Tanzimat Fermanı’nda Gayrimüslimler eşit ilan edilince Müslümanlar tarafından verilmiş olduğunu hatırlattım.

Fakat, 4 aydır tabut gelmemesine bir türlü sevinemeyen bu arkadaşlar fazla alınabilirler diye bir şeyi söylemekten geri durdum: Toplantıyı düzenleyenler Bodrum’daki MHP yöneticileriyle görüşerek onları da davet etmişler, ama onlar “Prensip olarak, katılmıyoruz” demişler. Bunun üzerine düzenleyiciler, MHP’nin protesto gösterisi yapıp yapmayacağını sormuşlar. Cevap: “Bize yakışmaz”.

Gelecek hafta, eğer Erdoğan’ın alkol yasasını dine dayandırma çabasından yer bulabilirsem, Muğla’da “M. Kemal’in Askerleri”nin başka iç kıyıcı tablolarını anlatıp bitireceğim. İşimiz ne zor yahu; al birini vur ötekine.

 

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı