Baskın Oran

Aranan “ünlü Türk” bulunmuştur!

Yeniçağ gazetesinin 25 Ekim sayısını getirdiler. Sürmanşetten Hulki Cevizoğlu soruyor: “Bilin bakalım bu ünlü Türk kim?”

Cevizoğlu, bir TV programcısının tarafsızlık izlenimi bırakma zorunluluğunu bile aklına getirmiyor, önceden benim adımı vererek bir bilmece soruyor: Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirme olayını protesto etmeye ve ayrıca Kurul’da İstiklal Marşı söylenmesine karşı çıkan profesör kim?

Kim olacak, bendeniz. Hemen anlatayım efendim.

***

Temmuz 2004’te İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) toplanmış, bir üye kalktı, “Çuval geçirme olayını protesto bildirisi yayınlayalım” diye gündem dışı söz aldı.

Meğer bu zat, şimdi öğreniyoruz, geçenlerde bizim Rapor hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına gidip fikir suçu ihbarı yapan Toplumsal Düşünce Derneği adlı GONGO’nun (Devlet Yönetiminde NGO) genel başkanı Fethi Bolayır adlı “sayın muhbir vatandaş” değil miymiş!

Ben özetle şöyle yanıtladım: “Türkiye’nin dışarıdaki çıkarlarını savunmak için Dışişleri ve Ordu gibi kurumlar vardır. İHDK olarak bizim görevimiz, Türkiye’nin içindeki insan haklarını geliştirmektir. İnsan hakları, devlet’e karşı birey’in hakları demektir. Önerilen konu bizim alanımıza katiyen girmez”. Tabii, gürültü koptu, oylama yapıldı, GONGO’nun bildiri önerisi reddedildi. Gelelim ikinci olaya.

***

Bizim zamanımızda İstiklal Marşı yalnızca milli maçlarda söylenirdi; bir anlamı olurdu. Her mezraya bir üniversite yapılması gibi ve bir 12 Eylül mirası olarak, artık her maçta çalınıyor. Her resmî toplantı açılırken de. Böylece İstiklal Marşını da sıradanlaştırmayı becerdiler.

Bizim İHDK toplantısının açılışında da söylenip, arkasından da “şehitler için saygı duruşu” denince, ben kalkıp şunları söyledim:

“Bizim görevimiz Türkiye’de insan haklarını geliştirmektir. İnsan hakları, malum, devlete karşı ileri sürülen haklardır. Burada devleti temsil eden İstiklal Marşının söylenmesinin, hele de şehitlerin anılmasının hiçbir anlamı yoktur. Bu türden milliyetçilik gösterilerinin yeri katiyen burası değildir. Biz burada milliyetçilik adına devletin alanının genişletilmesine karşı insan haklarını savunurken, kalkıp da bu alanı genişletecek milliyetçi gösteriler yapamayız”.

Bir hanım üye itiraz etti: “İstiklal Marşı, Türk milletinin bağımsızlığının simgesidir!”.

Şöyle dedim: “Hanımefendi, milletlerin bağımsızlığı olmaz, özgürlüğü olur. Bağımsızlık ise devletin niteliğidir. Siyaset biliminin bu en temel kavramlarını bu denli birbirine karıştırırken, biz bu işlerin içinden nasıl çıkacağız?”

Bir şey diyemedi. Çünkü faşizmle hiçbir ilgisi yoktu. Aldığı eğitim nedeniyle, devlet hayranlığını millet sevgisiyle birbirine karıştıran iyi niyetli bir hanımdı.

***

Şimdi, gelelim bu iki olayın yorumuna. Görevi devletin bireyi ezmesini önlemek olan İHDK’da bile, GONGO faaliyetini görüyor musunuz? Olayın iki yüzü var:

Birincisi, ikinci olaydaki sahne: Millet ile Devlet’i birbirine karıştırıyoruz. Hele, “birey’in özgürlüğü” kavramını yeni yeni öğrenmeye başladık. Bunun asimilasyoncu devletten alan kazanarak yapılacağını henüz bilmiyoruz. Ama bu, sanıldığı kadar vahim bir olay değil. Çünkü öğrenme süreci sırasında ortadan kalkacak.

İkincisi, birinci olaydaki sahne. İkinciyle karşılaştırılamayacak kadar vahim. Çünkü bu “milliyetçi” tutumu savunanlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar: “Vatan, Millet, Sakarya!” nutukları atarlarsa insanları sindirecekler. Sindirince, birey’in demokrasi taleplerini “milli güvenlik” adına önleyecekler. Önleyince, şimdiye kadar süregelmiş ayrıcalıkları devam ettirebilecekler.

***

Oysa, artık insanlar öğrenmeye başladı: Milliyetçilik, ancak devletin dışına karşı kullanıldığı zaman millete yarayabilir. Örneğin, Türkiye’yi borç batağına sürüklemek için uğraşan dış güçleri teşhir eder.

Ama milliyetçilik, devletin içine yöneltildiği zaman, milletin ve onu oluşturan bireylerin (alt kimliklerin) haklarını engellemek için “milli heyecan” ve hatta korkuyu devreye sokabilir.

Bu, devlet için de fevkalade zararlıdır. Çünkü bu bireyler, kendi devletleri tarafından ezildikçe ona yabancılaşırlar. En azından, “zoraki yurttaş” olur çıkarlar. Bu durumda devlet bir bomba üzerine oturuyor demektir; alabildiğine zayıftır. Oysa “gönüllü yurttaş” üzerine otursa, alabildiğine kuvvetlenecektir. Ama, yurttaşı ezmek için değil, dışarıdan Türkiye’yi sömürmek isteyenlere karşı koymak için kuvvetlenecektir.

Bunları öğreneceğiz. Nihayet, bir sabır meselesidir.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı